Nebil dostumuzun kayıp cesedini bulmak, O'nun adını onurla bezeyip sevgili ailesine vermek için ilk adımı attığımızda, bu adımın sonunda kimi dostlukların da biteceğini hiç hesaba katmamıştım.
Nebil dostumuzun adını temize çıkarma çabasının giderek O'nun üzerinden bugün hayatta olan yaşını başını almış, çoluk çocuk hatta torun sahibi başkalarının karalanması, aşağılanması, iftiralara boğulması haline dönüşmesini hep yadırgadım. İftiraya boğulan, her türlü çamurun bulaştırılmaya çalışıldığı kişilerin başında da ben vardım.
Hatırlarsınız; uyuşturucu kaçakçısı, Susurlukçu, Muhaberat casusu, Nebil'in olası katili gibi sıfatları bana iftira olarak attılar. Bunlar iftiranın da ötesinde birer ihbardı aslında.
Nebil adını sutre yapan çirkefler; şahsıma attıkları iftiraları, bu konuların dışında olan dernek üyelerimize defalarca göndermekle yöntemlerinin ne kadar alçakça olduğunu da kanıtladılar.. Nebil'in onurunu koruduğunu sanan dostların (!) bana yöneltilen bu iftiralara sessiz kalmasındaki ikilemi de anlayamadım.
Yurt dışına kapağı atıp elin kucağında siyaset yaptığını sananlar da Nebil adın kullanarak Türkiye'de yaşayan demokrat ve sosyalist insanları çeşitli sıfatlar takarak bir yerlere ihbar ettiler.
Bu ihbarlarının semeresini de nihayet aldılar.
26 Mart 2010 sabahı saat 05'de terörle mücadele güçleri tarafından evim basıldı. İki buçuk saat süren bir arama yapıldı. Bütün bilgisayarlarıma, telefonlarıma, yazılı ve görsel belgelerime, her türlü elektronik eşyama el konuldu. Evimden alınan eşyalarla birlikte Antakya'ya sevk edildim.
Orada gördüm ki; yasa dışı terör örgütü üyesi olmak iddiasıyla İstanbul, Ankara ve Antakya'dan da 13 arkadaş aynı şekildeeş zamanlı bir operasyonla evlerinden alınmış.
Burada dürüst olmak ve bir gerçeği dile getirmek gerekiyor: Yasa dışı terör örgütü üyesi olmak şüphesiyle gözaltına alınmış olmamıza rağmen Antakya Emniyet Müdürlüğü'nde her hangi bir baskı ve işkence görmedik. Hakarete dahi uğramadık. Gencimize yaşlımıza '' bey '' diye hitap edip, kişilik haklarımıza saygı gösterdiler.
Özetle söylemek gerekirse; bizler Antakya Emniyeti'nde gözaltında tutulmadık, misafir edildik. Üç gün üç gece süren misafirliğimizde çağdaş yöntemlerle sorgulandık. 29 Mart 2010 Pazartesi sabahı, kelepçelenmeden Cumhuriyet Savcılığı'na sevk edildik. Burada yaklaşık sekiz buçuk saat süren sorgulamadan sonra saat 17.30'da hepimiz serbest bırakıldık. Ancak evlerimizden alınan bilgisayar, telefon ve diğer elektronik eşyalar incelenmek üzere alıkonuldu. Bunların da otuz gün içinde teslim edilebileceği bilgisi verildi.
Kendi blogumda bu konuyu daha ayrıntılı yazacağım.. Nebil'in blogunda vurgulamak istediğim husus; Nebil'in onurunu korumak iddiasında olanların, O'nun arkasına sığınarak başkalarının onurlarına, kişilik ve en önemlisi de yaşam haklarına yaptıkları vicdansız saldırıları dile getirmektir.
Yaşadığımız son gözaltı olayı anlamlı bir kıssadan hisse olmuştur. Bundan böyle bu tür çirkef iftiraları atarak onur ve yaşam haklarımıza saldıranlarla görüşmeyi, yurt dışında olmanın rahatlığı içinde siyaset ya da devrimcilik yaptığını sanan kişilerin saçma düşünce ve iftiralarını dikkate almayı kesiyorum.
Bu çirkeflerin; insanların ölmesinden, eziyet çekmesinden, baskı görmesinden haz aldıklarını anladım.
Ancak Nebil'in dostu olmanın bir bedeli vardır. Onu da her zaman öderim.
M.Yavuz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder