30 Aralık 2008 Salı

''Nebil Rahoma ölüyor...''

‘’ACİL’’, 12 Mart Yılları’ndan çıkışın başlarında sesini duyuruyor. Saf siyasal harekete zaman kalmamış, askeri sanatlara yatkınlık ile siyasal yetenek ve becerinin birbirine karışması, hem hareketleri, çok çabul ‘’olgunlaştırıyor’’, gelişmelerini bulmadan kemikleşiyorlar ve hem de kemikleşme ikide bir çıt çıt kırılmaya yol açıyor. Halkın Devrimci Öncüleri, sürekli olarak iç tartışmaları yaşıyor.

Antakyalı olduğunu sandığım Nebil Rahoma, Halkın Devrimci Öncüleri grubu içinde kalıyor.

Halkın Devrimci Öncüleri’nin yöneticilerine, diğer arkadaşlarından bir mektup geliyor. İddianame’ye geçiyor; aktarıyorum. ‘’Yoldaş, bir sarkıntılık spekilasyonu duyduk. O yoldaşın esir alındığını da belirtiyordu. Şu kadarını söyliyeyim ki biz bu yoldaşın böyle bir şey yapacağına binde bir ihtimal vermiyoruz. Eğer durum öldürme gibi bir durum alırsa, biz de buradakilere, zaten esir olanlara karşı misilleme yapacağız. Yoldaşın kılına dokunulursa burada sağ adam kalmaz. Onu esir alanlar, bunu düşünsünler, akıllarını biraz karıştırsınlar’’ (HDÖ iddianame s.49). HDÖ yöneticileri, HDÖ yöneticisi Nebil Rahoma’yı, bir arkadaşlarının karısına sarkıntılık yaptığı gerekçesiyle tutukluyorlar. Yargılamayı planlıyorlar. Mektup, ağır ve dönüşü olmayan bir kararı önlemeyi amaçlıyor.

Nebil, yaptı mı ya da yapmadı mı ? Ortaya çıkan sonuç açısından fazla önemli olduğunu sanmıyorum. Ancak gruplaşmalar içinde her iki tarafta kalanlarla da görüşme imkanım oldu; Nebil’in ahlâkı konusunda en küçük bir kuşku belirtilmiyor. Acil tarafı, Nebil’in, aslında örgüt paralarını Acil’e aktarmakla suçlandığını ileri sürüyorlar.

Sol Yol’da ahlâk, ne kadar vurgulansa, o ölçüde iyidir; buna inanıyorum.

Sol Yol’da ahlâk reçetelerini yüksek tutmak için gösterilen özenin çok artırılması gerektiğini düşünüyorum.

Nebil Rahoma’ya yapılanlar buraya girmiyor.

İddianame’de ‘’örgütün genel komite üyesi Nebil Rahoma’nın (ölü), yine aynı örgütün genel komite üyesi Ziya Erdönmez’in (Uzun) karısı Emine Nuran Erdönmez’e sarkıntılık etmesi ve örgütün mali kaynaklarını Acilciler örgütüne aktarmak suretiyle örgüte ihanet ettiği gerekçesiyle, Mehmet Yıldırım (Sarı Metin-ölü), Cemalettin Düvenci (Sarı Hüseyin-ölü), Ziya Erdönmez (Uzun-ölü), Mete Özer (firar-ölü – kısa – hoca) ve Ali Özyürek’in (Kirve) İstanbul Merter semtindeki boş bir arazide toplanarak, Nebil Rahoma ve kendisine sarkıntılık edilen Emine Nuran Erdönmez’i de getirerek orada örgüt adına mahkeme kurup Nebil Rahoma’yı yargıladıkları ve Emine Nuran Erdönmez’in kendisine sarkıntılık edildiğini kesin olarak kanıtlamasından sonra Nebil Rahoma’yı ölüm cezasına çarptırdıkları ve verdikleri bu ölüm cezasını 30.9.1980 günü Bakırköy Güngören Keresteciler Sitesi Ateş Tuğla Fabrikası civarında infaz ettikleri ‘’ yazılıyor.

HDÖ genel komite üyesi Nebil, 12 Eylül’ün ilk ayı içinde, arkadaşları tarafından kurşuna diziliyor.

Ölmek, doğa’laşmaktır. Evren’in boşluğuna karışmak oluyor.

Kalanlar için görmemek olarak etki yapıyor.

Birey, daha önce görmediklerinin ölümüne, pek üzülemiyor.

Ancak başkalarının ölümü, bana hep acı veriyor.

Bu tür anlamsız ölümler, bana, çok daha büyük acı veriyor.

Bu çalışmamı burada durduruyorum.

Yalçın KÜÇÜK
Türkiye Üzerine Tezler
Cilt 3 – Sayfa 610-611-612

27 Aralık 2008 Cumartesi

Nebil, sırılsıklam eve geldi..

En son Antakya’ya Nebil’in anıt mezar açılışına gidişimde, kimi arkadaşlar bizleri Harbiye Şelale Mahallesindeki Şelale Restoranda ağırladılar. Antakya’nın bu bölgesi doğa harikasıdır. İnsan elinin değdiği birçok yer, ne yazık ki kapitalizmin kar amacıyla kıyıma uğratılmakta, tahrip edilerek gayri insani bir ortama dönüşmektedir.

Ancak bu kez, Harbiyeliler yaşadıkları yerlere sahip çıkarak, doğayı bozmadan ve ona uygun malzemeler kullanarak, çok hoş ve güzel mekânlar yaratılabilineceğini dosta düşmana göstermişler. 30 Kasım’daki bu ağırlamada Harbiyeli bu arkadaşlara 1971 yılında Antakya Lisesinden bir arkadaşı sordum. Bu arkadaş Harbiyeliydi. Hemen tanıdılar ve bu değerli dosta ulaştıklarında, benim iletimi ulaştıracaklarını söylediler.

24 Aralıkta telefonum çaldı. Numara yabancı idi. Adımı söyleyerek görüşmek istediğini belirtti. 37 yıl sonra, Lisede 3 ay kadar aynı sırayı paylaştığım, o yıldan sonra da görüşme olanağımız olmayan bu arkadaşı hemen tanımıştım. Bir iş nedeni ile Ankara’da olduğunu 30 Aralıkta Antakya’ya döneceğini, görüşmek isteğini söyledi. 27 Aralıkta Özlem ve Ulaş’la birlikte 37 yıldır görmediğim bu arkadaşla sözleştiğimiz gibi buluştuk.

Salih’i de beni de araya giren yıllar değiştirmişti. Saçları, bıyıkları bembeyaz olmuştu. Her şey değişiyor ama gözler asla değişmiyor. Birbirimizi görmemizle sarılmamız bir oldu. Araya giren uzun yıları 3 – 5 kelimeyle geçiştirdik. Konu, doğal olarak ortak dostumuz Nebil’e geldi. Uzun uzun birbirimize doyamadan, kelimeleri birbirimizin ağzından alarak Nebil’i andık.

Burada durup, 1977 yılının şubat ayına dönmek istiyorum. Dörtayak semtindeki evde Nebil ile birlikte kalıyordum. O gün Nebil, hiçbir şey söylemeden erkenden çıkıp gitti. Ancak akşama doğru eve geldiğinde, epey şaşırmış bir haldeydim. Zira hava yağmurlu olmamasına rağmen, (korkunç bir ayaz vardı) Nebil sudan çıkmış balık gibiydi. Tir tir titriyordu. Hemen soyunup, havlu ile kurulandıktan sonra yatağa, yorganın altına girdi. Fakat titremeye devam ediyordu. O kadar seri hareket ediyordu ki şaşkınlığım daha geçmemişti. Ancak ne olduğunu sorabildiğimde Nebil yatağın içine çoktan girmişti bile. Birkaç gün önce Salih N……’e rastladığını, oklularına ülkücü öğtermenlerin geldiğini, Lojmanda sık sık toplantı yaptıklarını anlatmış.Nebil de o gün bu lojmana giderek, güpegündüz tahrip gücü olmayan bir bomba atmış.
( Bu tür Devrimci eylemler, öldürmek amacı taşımaz. Bu bir psikolojik yıpratma savaşı olduğundan, tahrip gücü olmayan - ses gücü olan – bombalar kullanır.) Fakat evde toplantı halinde olan ülkücü öğretmenlerden bir kısmı, bombayı atmadan Nebil’i fark etmişler ve kendilerini lojmandan dışarı atmışlar. Olay uzun bir kovalamacaya dönüşmüş. Nebil kendini, Asi nehrine atarak ve karşı kıyıya yüzerek kurtarmış. Nebil, 3 gün kadar hasta yattı.

O mutevazi bir devrimciydi ve bu olayın aramızda kalmasını istedi. Bu olaydan, ikimizde kimseye bahsetmedik ve ben bu olayı çok yakın bir zamana kadar da kimseye anlatmadım.

Nebil, bir çok merkezi eylemde de bulunduğu gibi, birçok yerel eylemlerde de bulunmuştur. Bu olay da onlardan birisidir.
E.U.

20 Aralık 2008 Cumartesi

Mahkeme Tutanaklarından...

“Eylem için gerekli olan arabanın çalınması Şoför MUSTAFA tarafından gerçekleştirildi, Çalınan arabayı bilahire Cihangir’deki evin civarında gördüm. Beyaz renkli bir Reno’idi. Aynı Reno ile Harbiye Akbank soygununu da gerçekleştirdik. Ancak, İntercontinental eyleminden sonra arabanın plaklarını bir defa daha değiştirdik”

“… bu arada Merter İş bankasının müsait olduğu bilgisini arkadaşlardan biri bana getirdi. Hep beraber bankaya giderek tetkik ettik, kaçış tespit yollarını tespit ettik.''

“…Merter iş bankası soygunu MUHARREM, ALİ, NEBİL ve şoför MUSTAFA tarafından gerçekleştirildi. Eylemden birkaç gün önce kirli sarı renkte, Murat marka bir arabayı düz kontak yaparak çaldıklarını ve Cihangir’deki ev civarına getirdiklerini biliyorum…arabayı evin civarında bana MUSTAFA gösterdi…soygun yapıldı”

“… ALİ SÖNMEZ ceketinin içine sakladığı ondörtlü tabancayla vezneye gitti ve vezneden paraları aldı. NEBİL ceketinin altına sakladığı Fransız yapısı otomatiği çıkartarak ortalığı kontrol etti, NEBİL’e yardımcı olarak ben de elimde 7,65 mm. Tabanca ile etrafı kontrol ettim.”

''...ALİ SÖNMEZ: Örgütün eylem kadrosunda yer alır (takma ismi ZEKİ)
NEBİL: Örgütün eylem kadrosundadır.
MUHARREM:.. Örgütün eylem kadrosundadır.
MUSTAFA: Bütün eylem kadrosunda yer alır.
İBRAHİM YALÇIN: örgütün eylem kadrosundadır.
HAYDAR YILMAZ: Örgütün eylem kadrosundadır ( takma ismi AHMET’tir)
NEBİL’in takma ismi SABRİ, MUHARREM’in takma ismi SİNAN’dı''

Mahkeme Tutanaklarından...

7 Aralık 2008 Pazar

Nebil'i ANDIK..

Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu
son lodoslar esmeye başladı.
Havayı dinliyorum:
nabız yavaşladı.

neredeyse girecek gebe uykularına toprak.
Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz:
büyük öfkemizin içinde ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak......
n.h.

Nebil’e ablaya verdiğimiz sözü yerine getirmek üzere, çalışmalara başladık. İstanbul’da Ayhan, olayın olduğu tarihlerdeki gazeteleri tarayıp olay hakkında elden geldiğince bilgi belge toplamaya çalışıyordu. O zamanki Sıkıyönetim komutanlıklarında ve polisteki belgelere ulaşmak, öte yandan Mersin’de M. Yavuz, olayı ikinci elden bilen kişilerle temas kurmak üzere gerekli girişimlerde bulundular.

Bunların bir kısmından olumlu bir kısmından da olumsuz sonuçlar elde ettik. Olayı kaba hatları ile elbette biliyorduk. Ancak ilk elden bilgilenmek daha sağlıklı bilgilere ulaşmak, böylece Nebil’e ulaşmak gerekecekti. Fakat Nebil’e ulaşmak çabaları ile onun ölümü hakkında edindiğimiz bilgiler iç içe geçen bir sürece dönüştü.

O dönemin yapılanması içinde ki sorumlu kişilere, şu an farklı kulvarlarda da olsalar, olay soruldu. Bunlarda birisi, geçmişteki tüm benzeri ölümlerin üzerine giderek, bilenlerin açıklama yapması çağırısında bulundu. Kimisi hiç yanıt verme gereği dahi duymadı. Olayın geçmişte kaldığını ve gereğinin yapıldığını artık üstüne gitmenin pratik bir kazanım sağlamayacağını söyleyerek geçiştirdiler. Oysaki Veysel GÜNEY olayında Veysel’e ulaşma çabaları ne idiyse, Nebil’e ulaşma çabalarımızın da ondan farkı yoktu.

Bir kısım insanlar ise Nebil olayında kafalarının karışık olmasından dolayı olayın üstünden atlamayı tercih ettiler. Nebil’i bulmamızın tek amacı vardı ve bunu da ailesi talep ediyordu. Aksi halde onun intikamını alıp birilerini suçlamak aklımızdan dahi geçmiyordu. Bizim için Nebil’in öldürülmesi süreci kafamızda hiçbir karışıklığa yer bırakmayacak kadar netti. Ancak Nebil’in öldürülmesi sürecindeki nedenlerle Nebil’e ulaşma sürecinin iç içe geçmesi birbirinin doğal bir uzantısı ve tamamlayıcısıydı. Bu sürecin Nebil’e ulaşmak yanı için verilen çabalar, bulununcaya kadar devam edecektir. Bu çabalara bilgi, belge ve benzeri katkı sağlayacak olanlar, nebilrahuma.blogspot.com adresine iletmelerini öneririz.

Bu çabalar devam ederken Anıt mezar çalışmaları da devam ediyordu. Mehmet Yavuz arkadaş Mersin’de taş ustaları ile görüşüp uygun bir taş buldu ve son halini tasarladı. Üzerine yazılacak olan yazı yine ailesinin talebi üzerine Nazım ustadan alınmış anlamlı bir şiir olmalıydı. Ve öyle oldu. Ancak Nebil her ne kadar ailesinin bir parçasıysa, O aynı zamanda bir Komünist olarak da bu hareketin bir evladı sayılırdı. Kutup yıldızı insanoğluna tarih boyunca yol gösterici olmuş ve komünistlerin evrensel simgesi halini almıştır. Komünizmin bu evrensel simgesi, yine evrensel bir devrimci olan Nebil’in anıt taşında yer almalıydı. Ve öyle de oldu.

Antakya Demokratik Kültür - Sanat Derneği, hem Çekmece Mezarlığından Anıt Mezarın toprağını alarak hem de etkinlikler çerçevesinde sürece aktif olarak katıldı. Nebil’in ailesinin ve Anıt Mezar ziyaretlerinin düzenleyicisi oldular. Anıt açılışında Dernek üyeleri şiirler okuyarak ve konuşmalar yaparak üzerlerine düşen görevi layıkıyla yerine getirdiler. Kendilerine teşekkür ederiz.

Anıt taşın Mersin’de yapılarak Antakya’ya getirilmesi ve Antakya’daki anıt mezarın çevre dzenlemesiı için maddi giderleri karşılayan M. Yavuz arkadaşa da teşekkür ederiz. Yine bu anıtın açılış duyurularını sağlayan ve açılışa katılarak katkı veren Özgür Medya ya da teşekkürlerimizi iletiriz.

Bilmem şu kadar yaşımdayım.. Bu sürede birçok tanıdık, akraba, arkadaş, sanatcı, yazar ve devrimcinin cenaze törenlerine, hemen hemen her yıl Devrim hareketinin yitiirdiğimiz lider ve kadrolarının anma toplantılarına katıldım. Ama hiç boş bir mezar başında anma törenine katılmamıştım. Bu kez öyle olmadı ama.. Nebil yoldaşın seslendiği gibi “…kalbinizi dinlediğinizde orada olduğumu hissedeceksiniz…” Yani O da diğerleri gibi kalbimizdeydi…

28 Kasım 2008 Ankara otogarı. Anıt mezar açılışı için Antakya’ya hareket ediyorum. Karmaşık duygular içindeyim. Sabah 05.45 te iniyorum. Doğru öğretmenevine. Eşyalarımı bırakıp kendimi Antakya sokaklarına vuruyorum. Elimde fotoğraf makinesi. Hüseyin’e söz verdim, mümkün olduğunca çok fotoğraf çekmek için... Zamanım kısıtlı...Olduğunca görüntü almak istiyorum.

Çekilebilecek o kadar çok yer var ki, bölge geniş, hepsini alabilmem olası değil. Bir bölgeyi kendime alan seçip, mekânları çekiyorum. Sokak aralarına hiç girmiyorum, girsem çıkamayacağım. Kendime salt fotoğraf çekimleri için Antakya’ya gelmek üzere söz veriyorum. Bu kez Ulaş’la gelmeyi planlıyorum. Ulaş oğlum. 15 yaşında. Afsad’da fotoğraf eğitimi aldı. Eski sistem filmli çok gelişmiş mekanik, birde son sistem dijital olmak üzere iki makinesi var.

Gelmeden önce Hüseyin’le (Keser) konuşmuştuk. Nebil’in başka fotoğraflarını nasıl bulabiliriz diye. Antakya Lisesinden bir öğretmen bulabilirsek, o yıllara ait belgelere de ulaşabilirdik. Levent Postacıgil’in aracılığı ile tanıdık bir öğretmen bulmak umuduyla Levent’in yanına uğradım. 1978 yılından beri görüşememiştik. Araya giren bu uzun yıllar fiziksel olarak bizleri değiştirmişti. Hasret giderdik. Daha sonra Nebil’in Mustafa Burgaz’la Eğitim enstitüsünde öğrencilik yıllarında çekilmiş bir fotoğrafına daha ulaştık.

Nebil’in ablasının oğlu Ahmet’le buluşup Anıt mezarın fazla kalabalık olmadan fotoğraflarını almak üzere Çekmece mezarlığına geçtik.

Beynim uğulduyor.
İçimde anlatılmaz bir hezeyan,
Fırtınalar kopmakta.
Gri bulutlar geçiyor hızla,
Gözlerimin önünde
Çakıyor şimşek gibi
Geçmiş zaman görüntüleri...

Hava dindi.
Dağıldı bulutlar...
E.U.

Yavaş yavaş eskiler, yeniler, tanıdıklar, tanıştırılanlar, sohbetler. 18 yıl sonra M. Yavuz’la ilk kez buluşuyor - görüşüyoruz. Hemen Nebil’in diğer yeğenleri ile bir araya geliyoruz. Mustafa BURGAZ’ın da Antakya’da olduğunu öğreniyorum. 1978 yılından beri görüşemediğim Mustafa ile 30 yıl sonra buluşuyoruz. Yavuz, ben ve Mustafa oturup hasret gideriyoruz.

Gecenin geç bir vaktinde Öğretmen evine geliyoruz. Uyumak ne mümkün. Nice sonra uyuyoruz. Ancak sabah 07.00 da ayaktayız. Sabah 08.00 de parkın Orta Kahvesinde Ankara’da KESK eyleminden Antakya’ya dönen Adana’lı öğretmen arkadaşlarla buluşuyoruz. Toplanma yerinden kısa bir süreliğine Carlos ile buluşmak üzere ayrılıyor ancak buluşamıyoruz. Anma sonrası tekrar gelmek üzere ayrılıyoruz.

Saat 11.00. Çekmece Mezarlığı.
Kalabalık yavaş yavaş toplanıyor. Nebil’in ablaları, yeğenleri, diğer yakınları, arkadaşları, dostları, yoldaşları anıtı önünde toplanıyoruz. Anıt çeşitli çiçekler ve karanfillerle örtülü, Anıt taşında Nazım’dan bir alıntı:

Hoşcakalın
Dostlarım benim
Hoşçakalın….
Sizi canımda
Kavgamı kafamda
Götürüyorum..

Bu alıntının hemen üstünde bir kızıl yıldız.

Altında Nebil’in adı ve doğum günü….

Bir dakikalık saygı duruşu başlıyor,saygı duruşuyla birlikte
( topluluktan bir kız sesi..)

Hoş geldin!

Kesilmiş bir kol gibi

Omuz başımızdaydı boşluğun…

Hoş geldin!

Özledik,

Gözledik…

Hoş geldin!

Biz

Bıraktığın gibiyiz.

Biraz daha ustalaştık

Taşı kırmakta,

Dostu düşmandan ayırmakta…

Hoş geldin!

Yerin hazır

Hoş geldin!

Dinleyip diyecek çok,

Fakat uzun söze vaktimiz yok.

Y Ü R Ü Y E L İ M…

Bu şiirle birlikte saygı duruşu sona erdi ve M. Yavuz'un Nebil hakkındaki konuşması başladı. Kulağım konuşmada ama kalbim Nebil'in seslenişindeydi:

”Haksız bir suçlamayla, kendileri için hayatımı verebileceğim dava arkadaşlarım tarafından vuruldum. Artık aranızda yokum..

Devrim mücadelesinde daha yolun başındayken sizleri yalnız bırakmak elbette bana yakışan bir gidiş değildi. Ama buna mecburdum..Ya bana o suçlamaları yapanları kendim vuracak fakat üzerimde hep o suçlamayla dolaşacaktım, ya da onurumla karşıma dikilen ölümü kabullenecek ve yorumu sizlere bırakacaktım.

Ben, ikinci yolu seçtim..Görüyorum ki siz dostlarım; toprağa düşüşümden uzun yıllar sonra da beni özlediğinizi haykırıp anma toplantıları yapıyorsunuz.. Ölümümdeki haksızlığı ortaya koyuyorsunuz.Sizlere nasıl teşekkür edilir bilemiyorum.Elimde olsa da anıtım başında toplanan sizlere ben de birer karanfil atabilsem..

Ne çare ki olası değil bunlar…Bunların hiç biri olmasa da, kalbinizi dinlediğinizde orada olduğumu hissedeceksiniz..Hepinizi hasretle kucaklıyorum, sevgili dostlarım benim…''

Tüm bunlar olurken, eski zaman mezarlıklarının servileri arasında bir sis perdesi gibi dolaşanlar, şiirlerimize, katılıp yüreklerimizdeki atımları duydular.


Resimlerdeki kuşlar gibi
dizilip üstüne kumsalın
mendil sallamayın bana.
İstemez…
Ben dostların gözünde kendimi
boylu boyunca görüyorum…
A dostlar
a kavga dostu
iş kardeşi
a yoldaşlar a…!
Tek hecesiz elveda..

Yine görüşürüz
dostlarım benim
yine görüşürüz…
A dostlar
a kavga dostu
iş kardeşi
a yoldaşlar a…!

E L V E D A…!!

''

Yapılan konuşmalardan sonra, söz verdiğimiz gibi Carlos’un yanına gittik. Uzun uzun konuşmalardan sonra Harbiye’ye geçtik. Şelalelerde oturduk. 07.30da Adana ve Mersin grubu otobüsle dönüş yolundayken ben Carlos’la buluştum. Macit beni 22.30da Antakya otogarından Ankara’ ya uğurladı… Bedenim yoldaydı ama kalbim Antakya sokaklarında dolaşıyordu hala...

01.12.2008 E.U.