23 Ocak 2009 Cuma

Nebil'i öldüren Mete ÖZER'dir...

A.Y. ile birkaç kısa telefon görüşmesinin ardından Mersin Öğretmen Evi yanındaki kafeteryada buluştuk. Buluşma nedenimiz tabii ki Nebil hakkında konuşmaktı.Kısa süren hal hatır sohbetinden sonra çaylarımızı yudumlarken Nebil konusuna girdik.

Bana anlattıklarını aynen naklediyorum...

‘’Kesin olarak hatırlamamakla beraber sanıyorum 25-26 Eylül 1980 tarihiydi, Nebil’le ADANA’da stadyum yanındaki bir berberde buluştuk. Berber, bizdendi.. İkimiz de traş oluyor ve konuşuyorduk. Buluşmamızdan bir veya iki gün önce Adana’da Ali Çakmaklı öldürülmüştü. Mevcut durum hakkında konuştuk ve bir ay sonra İstanbul Maltepe Cevizli’de bildiğimiz boş bir alanda buluşmak üzere randevulaştık. Tedbir olarak belirlenen günde buluşamazsak bir gün sonra aynı yer ve saatte o da olmazsa ilk buluşma gününden bir hafta sonra aynı yerde ve saatte buluşmak üzere sözleştik. İzimizi kaybetmemek için bu gerekliydi.

Sözleştiğimiz günde (kesin olarak hatırlamamakla birlikte Ekim ortalarında olduğunu sanıyorum), Maltepe Cevizli’deki buluşma adresine gittim. Nebil yoktu ama tanımadığım biri kız üç-dört kişi orda bekliyordu. Onları tanımadığım ve polis olabileceklerinden şüphelendiğim için onlara yaklaşmadım. Ama civarda biraz oyalandıktan sonra buluşma yerinden ayrıldım.

Daha önceki konuşmamıza uygun olarak ertesi gün gene aynı adrese gittim. Yine bir gün önceki kişiler bekliyordu ama Nebil yoktu. Ne yapmam gerektiği konusunda biraz tereddüt geçirdim ama sonunda her şeyi göze alıp yavaşça o kişilere doğru yürümeye başladım. Benim kendilerine yöneldiğimi görünce onlar da bana doğru geldiler ve kısa bir konuşmanın ardından Cevizli’deki eve birlikte gittik. Giderken Nebil’in nerde olduğunu sordum ama net cevap alamadım.

Gittiğimiz ev, Nebil’le daha önce de kaldığımız evdi….Evde daha sonra Bakırköy’de öldürülen Cemalettin Düvenci, Süleyman Aydemir, Mehmet Yıldırım ile Erzurumlu veya Karslı olduğunu bildiğim orta boylu, esmer kalın bıyıklı Mete Özer ve bir kız vardı.

İçeriye girince bana Nebil’i yargılayıp öldürdüklerini söylediler. Benim İstanbul’a geleceğimi ve buluşma adresimizi onlara da Nebil söylemiş. Hangi ortamda olduğunu bilmesem de Güney Bölgesi ile ilişkinin kaybolmaması için benimle buluşacağını anlatmış. Buradan da anlıyorum ki Nebil, kendisinin gerçekten öldürüleceğini hiç düşünmemiş ya da önemsememiş..

Öldürme olayı buluşma tarihimizden birkaç gün önce olmuş. Beynimden vurulmuşa döndüm. Onlara bunun yanlış olduğunu ve kabul edilemeyeceğini söyledim ama onlar da haklılıkları konusunda beni ve dolayısıyla Güney bölgesini iknaya çalışıyorlardı. Ben ikna olmadığımı söyledim. Nebil hakkında şu suçlamaları getirdiler:

• Nebil, HDÖ’ye ait bazı silahları ve bir miktar altını ACİLCİLER’den bir guruba vermiş. Birinci suçlamaları bu.
• Nebil’in polis olmasından şüphelenmişler ve Adana’da Ali ÇAKMAKLI’nın öldürülmesinde parmağı olduğunu düşünmüşler. İkinci suçlama bu.
• Üçüncü suçlama ise, Ziya Erdönmez’in karısı ….’na sarkıntılık ettiği ve onunla cinsel ilişkiye girdiği..

Örgüt içindeki herkes Ziya Erdönmez’in karısının aslında devrimci olmadığını, ayıp kaçacak ama şuh bir kadın olduğunu söyler. Nebil, bir süre Ziya’ların evinde kalmıştı. Muhtemelen bu kadınla yalnız da kaldı. O zaman kadının zorlamasıyla bir şeyler olmuş mu bilemem ama Nebil, hakkında yapılan bu suçlamaları reddetmiş.

Ziya’nın karısını getirerek Nebil ile yüzleştirmişler. Kadın Cinsel ilişkiye girdiklerini ve Nebil’in vücudundaki bazı özellikleri söylemiş. Kadının bu iddialarına karşı Nebil bir şey söylememiş ve susmuş. Sonra suçlamaları ısrarla reddetmiş.

Nebil’e, yazılı bir itirafname yazması halinde kendisini bırakacaklarını da söylemişler. Nebil bunu da reddetmiş. Hatta onlara karşı diklenerek ve posta koyarak konuşmuş. Evde her yer açık, istese rahatlıkla kaçar ama yapmamış.

Sanıyorum böyle bir şey yaptığında suçlamaları kabul etmiş olacağı için kaçmayı düşünmedi. Ayrıca Nebil çok dürüst bir insan olduğu için bu suçlamayı sindirememiş ve direnerek suçlamanın geri alınmasını ummuş da olabilir. O anki ruh halini bilmek zor.

Neticede Nebil’e onu öldüreceklerini söylüyorlar. Yani habersizden bir şey olmuyor. Nebil de ‘’ haydi öyleyse yapın da görelim ’’ gibi sözler sarfetmiş.. Birlikte bir arabaya binip evden ayrılmışlar.

Ben Nebil’i öldürenin Erzurum ya da Karslı olduğunu tahmin ettiğim ve ismini tam olarak hatırlayamadığım kişi olduğunu sanıyorum. Öldürüldüğü yeri söylemediler ama ormanlık bir alana götürdüklerini, orada infaz edip bıraktıklarını söylediler. Ertesi gün Nebil’i öldürdükleri yerden arabayla geçip bakmışlar ama Nebil’in cesedinin bıraktıkları yerde olmadığını görmüşler.’’

Sordum: Üzerinde herhangi bir belge ya da kimlik bırakılmış mı diye... !'!' Hayır!'!' dedi, üzerindeki bütün kimlikleri almışlar..

Bana anlatılanlar böyle.

Kendisine Yalçın Küçük’ün kitabında yazılanları sorduğum zaman cevaben, ‘’ Yalçın Küçük’le defalarca konuştuklarını, Paris’de yaşarken çıkarılan dergide birlikte olduklarını, Nebil ile ilgili yazdıklarının İbrahim Yalçın’ın anlattıklarına dayandığını söyledi. Kitapta anlatılan Güngören’de ATEŞ Tuğla’nın yanındaki bir yere gömülme ifadesi İbrahim Yalçın’a aittir ama ben bunun doğru olduğunu sanmıyorum. Çünkü birisini öldürüp kaçmak varken neden gömmeye çalışsınlar ? ‘’ dedi.

Devamla;

‘’ Nebil’i öldürenler gerek Güney, gerekse İzmir ve İstanbul Bölgelerinden gelenleri iknaya çalıştılar ama ekseriyet bu cinayete karşı çıktı. Bu olaydan yaklaşık bir ay sonra Ziya Erdönmez’in ölüm olayı oldu. O da şüpheli bir ölüm. Ziya Erdönmez, hiç kimseye haber vermeden Kadıköy’deki nüfus dairesini basıp belge ve mühürleri almış. Aracı bozuk olduğu halde bu işi tek başına yapmış. Yaya olarak kaçarken Haydarpaşa civarında polis tarafından öldürülmüş. Bunun Nebil’in ölümünden hemen sonra olması ilginç. Söylenen o ki Ziya Erdönmez; ya Nebil’in öldürülmesini ya da karısıyla olan ilişkisini sindiremedi ve resmen intihar etti.

İstanbul’daki HDÖ davasında, Nebil’i öldürenlerin veya bu işe katılanların ekseriyeti lünpenleştiği için siyasi savunmayı Sadık VARER ile karısı Saliha NAZLIKAYA yaptılar. Onların da bu konularda ayrıntılı bilgileri var. Onların Kadıköy’deki evlerinde İzmirli gurupla toplanmıştık ve onlar da Nebil’in öldürülmesinin yanlış olduğunu söylemişlerdi.

Bu olayla ilgili olup halen hayatta olan kişileri size söyleyeceğim. Ama Erzurumlu ya da Karslı olan kişinin Nebil’in katili olduğunu sanıyorum. O da yaşıyor diye biliyorum. İsmini hatırlayınca söylerim.

12 Eylül öncesi tam bir cinnet dönemiydi. Nebil de o cinnetin kurbanı oldu.’’ Dedi..

A.Y. ile yaptığım bu görüşmeyi yazıya dökmüş ama yayınlamamıştım. Kendisiyle 18 Ocak 2009 Pazar akşamı Mersin’de Eşber Yağmurdereli’nin de katıldığı dar kapsamlı bir ortamda yeniden konuştuk.

Kendisi bu arada Paris’e gidip dönmüştü. Paris’de bazı arkadaşlarla bu konuda yeniden konuşmaları olmuş. Kendisine bazı mahkeme tutanaklarında da ismi verilen ve Mete ÖZER olduğu teşhis edilen KISA kod adlı kişiyi sordum.

A.Y. bana doğru eğilerek, Balıkesir’de yaşayan Mete ÖZER’in Doğu kökenli olduğunu ve Nebil Rahuma’yı öldüren kişi olduğundan emin olduğunu söyledi.. Bu kişinin yaşadığını da belirtti.

Ben inanıyorum ki; aradan geçen bunca yıla rağmen Nebil’i katleden de kendisini unutmamıştır..

Ortak Değer Nebil’in bir yoldaşı olarak Mete Özer’e sesleniyorum; ne yaparsak yapalım cinnet dönemine kurban verdiğimiz Nebil’i geri getiremeyiz… Ama onun mezarını bulup en azından kemiklerini olsun doğduğu kentteki anıtına taşıyabiliriz..

Haydi Mete, bir ses ver.. Bir mesaj gönder..

Nebil’i nerede öldürdünüz ? Cesedini nereye bıraktınız ya da nereye gömdünüz ?

Nebil’in dostları bunları bilmek istiyor…

Vicdanını rahatlatmak, elindeki kanı biraz olsun silmek istiyor musun ?

Haydi Mete..!

Mehmet Yavuz

21 Ocak 2009 Çarşamba

Mahkeme Tutanaklarından...

Balıkesir davasında yargılanan Mustafa ŞİMŞEK; emniyet tutanağında Nebil’in öldürülmesi ile ilgili haberi nasıl aldıklarını, Balıkesir ve İzmir bölgesinin olaya nasıl yaklaştığını açıklamaktadır.. Bu ifadeleri kısaca aşağıda açıklıyoruz.

“…Bu toplantı 1978 yılının sonlarına doğru idi. Bir nevi Bölge Temsilcileri toplantısı idi. Bu toplantıya Tevfik BOZKURT beraberinde 2 kişi ile (ikisi de İstanbul bölgesindendi. Birisinin ismini sonradan gazetelerden okuduğuma göre Mehmet Yıldırım olarak öğrendiğim, diğer kişi Sarı Metin Kot isimli bir şahıstı.)…Toplantıya İstanbul ve Ankara’dan gelen kişilerden başka Balıkesir’den Nejdet ÖZER, Kırbaş kod isimli Hüseyin DÖNMEZ vardı. Ankara’dan gelenlerle M. Yıldırım arasında çok sert tartışmalar oldu. Neticede biz İzmir ve Balıkesir grubu olarak M. Yıldırım’ın görüşlerini kendimize daha yakın bulduk. Bu toplantıdan sonra İzmir ve Balıkesir olarak İstanbul’dan yana tavır koyduk……

…Bir yıl kadar sonra Tevfik ile İzmir’de buluştum. O geceyi Tevfik’in evinde geçirdim.Tevfik bana İstanbul il Komitesi yoldaşlarından NEBİL RAHUMA’yı ihanet ve kariyerist olmakla suçlayarak ölüme mahkum ettiklerini ve infaz ettiklerini anlattı. İstanbul İl komitesinin bu şekildeki hareketine kesinlikle karşı çıktık. Bu yüzden İzmir Bölgesi olarak İstanbul’la ilişkileri koparıp Balıkesir’le bozulmakta olan ilişkilerimizi düzelterek, Balıkesir ve diğer bölgelere bu durumu iletmek üzere ..bölgede toplantı yapıldı. Kemal ÖZDEMİR İle Tevfik aralarında son derece şiddetli tartışmalar oldu. Neticede iş tatlıya bağlandı. Tevfik İstanbul’da her şey benim dediğini, Nebil Rahuma yoldaşın kariyeristlikle suçlanarak katledildiğini anlattı. Kemal ÖZDEMİR Balıkesir bölgesi ile görüşüp durumu buradaki yoldaşlara anlatacağını ve geniş çaplı bir toplantı yapılması kararı alındı….”

“..İzmir’de bölge sorumluları toplantısına katılanlardan İstanbul sorumlusunun Sarı Metin kot adlı Mehmet Yıldırım olarak bildiğim kişinin bana gösterilen resimlerden Kısa kod adlı METE ÖZER olduğunu anladım.”

Mustafa ŞİMŞEK emniyet ifadesinde, 1978 yılında Balıkesir’de Bölge temsilcilerinin yaptığı toplantıda, İstanbul Bölgesinden katılan iki kişiden Mehmet YILDIRIM olarak tanıdığı kişinin, daha sonra kendisine gösterilen fotoğraflardan KISA kod adlı Mete ÖZER olduğunu tespit ettiğini söylemektedir. Mete ÖZER, Nebil ‘in ölüm kararını veren kişidir. Balıkesir ve İzmir grubu, 1980 Ekim ayına Nebil’in katledilmesi üzerine İstanbul’la ilişkiyi kesip bu olayı geniş çaplı bir toplantı yapılarak tüm bölgelere duyurma kararı almıştır.

Bu gelişmelerden de anlaşılacağı gibi Nebil’in öldürülmesi, yapılanma içinde tepkiyle karşılanmıştır.

Şimdiye kadar olduğu gibi bundan böyle de Nebil ile ilgili (öldürülmesi ve mezarının bulunması da dahil olmak üzere) ellerinde bilgi ve belge olanların bu belge ve bilgileri paylaşmasını istiyoruz.

7 Ocak 2009 Çarşamba

Tarsus Ülkü Ocağı...

1975–76 Eğitim- Öğretim yılında Antakya Lisesi müdürlüğüne, Hakkı KARAGÖZ atandı. Hakkı Karagöz, 5 Haziran 1977 yılındaki genel seçimlerde Antakya’dan MHP adayıydı.

1971–72 ve 73–74 eğitim yıllarında ( lise 1 ve 3. sınıftaydım) fizik dersimize girerdi. Irkçı, muhafazakâr yapıdaydı. Ablam lise 3. sınıftayken ben lise 1. sınıfa gidiyordum. Doğal olarak evden birlikte çıkıyor, yürüyerek okula gidiyorduk. Yine böyle bir sabah, ablamla okula giderken bizi durdurdu. Abla kardeş olduğumuzu söylediğimiz halde, abla kardeş dahi olsak bir daha yan yana yürüyerek okula gidemeyeceğimizi söyledi. Biz şaşırmıştık.

Yine, Yahudi kökenli olan Harry’yi lise 1. sınıftayken anlatamayacağım kadar feci bir şekilde dövmüştü. Oysa Harry, 15 yaşında bir çocuktu. Ancak H.KARAGÖZ sınıfta konuşmasını bahane ederek haksız yere şiddete başvurmuştu. Biz o yaşlarda, haksız yere, salt dini farklılığından ötürü başvurulan bu şiddetin nedeni anlamıştık. Müdür olduğunda ise ben okuldan mezun olmuştum.

Okulda sıradan bir öğretmenken öğrenciler üzerinde kurduğu bu baskıyı, okul müdürü olduktan sonra varın siz düşünün.

O yıllarda, bir grup öğrencinin bu okulda barınamayacağını düşünerek, nakillerini çevre illerdeki liselere aldırdıklarını duyuyorduk. İleriki yıllarda tanıştığım, Adnan, Hasan ve Gülperi de Tarsus, Niğde gibi il ve ilçe liselerine kayıtlarını yaptıran öğrencilerdendi.

1977 yılında, güney bölgesi yapacağı eylemler arasında Tarsus Ülkü Ocaklarının bombalanmasını da gündeme almıştı. O zamanlar, yapılanmanın o bölgede kadroları olduğunu bilmiyordum. Ancak programa alındığına göre mutlaka vardır diye düşünmüştüm. Ve daha sonrada eylemin gerçekleştiğini gazete haberlerinde de okudum. Daha sonra, ülke genelinde yapılan tüm eylemlerin bildirileri bölgelerde dağıtıldı.

Olayların üzerinden bir süre geçtikten sonra, Nebil’den Tarsus eyleminin detaylarını da öğrendim. Nebil, liseyi bitirmek amaçlı Tarsus’a giden arkadaşlardan birine malzemelerle birlikte gider. Tarsus’u hiç bilmediği halde Ülkü Ocaklarının yerini öğrenir. Yanındaki poşetlerde bulunan malzemelerle binaya girer. Tuvalete giderek düzeneği hazırlar. Daha sonra da binadan ayrılır. Aynı gün Antakya’ya döner. Daha sonra eylemlerin bildirilerini dağıtmak üzere o arkadaşa bildiriler verilir. Sonraki günlerde, o arkadaş, bildirilerin dağıtıldığı bilgisini verir. Ancak bir başka nedenle Tarsus’a giden Nebil, arkadaşın kaldığı yerde bildirilere hiç dokunulmadığını, kısaca dağıtılmadığını görür. Bunun üzerine o gece Tarsus’da kalarak bildirileri dağıtır.

İşte! Nebil böylesine sorumluluk sahibi, bileği kuvvetli, yürekli bir devrimciydi.

Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
E. U.