31 Temmuz 2016 Pazar

Arşivler

Yargılandığımız davalar ve yurt dışına gidip takılmalar nedeniyle bayağı sessiz bir süreç geçti.

Bu arada diktatörlüğün kalıcı ve koruyucu yasalarını çıkarmanın önünü açan bir darbe girişimi yaşadık. Gördük ki; cemaatle uzaktan yakından ilgisi olmayan kurum ve kişiler de hedefte. 

Bu gidişin çıkışı iç savaştır. Buraya not edelim.

Bu arada Nebil yoldaşımızla alakalı kapsamlı bir arşiv çalışmam vardı. Bazılarının kilidini açabildim ve bazı belgeler edindim. Bir kaç yer daha var. Neticelenince detaylı bir yazıyla paylaşacağım.

Şimdilik dış misyonlar için rapor hazırlıyorum.

Görüşmek umuduyla..

15 Haziran 2016 Çarşamba

SER VERDİLER SIR VERMEDİLER

10 MART 1978, örgütümüz üzerine yürüyen devlet ve işbirlikçilerine karşı, mücadelimizin işkincelerde devam ettiği günlerin başlangıcıdır.

Bir itirafçı olarak Engin Erkiner'in ahlaksız teslimiyeti ve örgüte ait her şeyi, bir tokat yemeden polise vermesinin kefaretini, işkencelerde bize ödetmeye çalıştılar; falakalar, kaba dayaklar, elektirik şokları...

19 Ağustos 1977'de İstanbul'da ilk eylemlerinde yakalanan, bileğini polis tutuğu an itirafçı olan birinin yıktığı örgütü, firarı koşullarda yükseltmek kolay değildi. 50 isim saymıştı, tüm yöneticiler, tüm eylemler ve ihtimaller, kadrolar, hatta sempatizanlar bile teslim edilmişti. Bu koşulda örgütü yükseltmek, emekle adım adım yeniden toparlamak, firari bir ekibin boynunda kalmıştı.

Bu ekip, ülkemizin tüm bölgelerine yetişme çabası ve kesintisiz eylem etkinliklerini bir arada yürüttü. CEPHE bu ekibin siyasal algı ve iradesinin ürünüydü; öncülü TEK YOL DEVRİM dergisiydi. Askeri bakış açısının, siyasal bir bakış açısı olarak ehlileştirilmesi böyle başladı. Bu çabanın mimarı ekibimizdi; Mihrac Ural, Nebil rahuma, Fuat çiler ve M. Çiler ve bu temel ekibe bağlı onlarca kadro ve militandı...

Acilciler örgütünün yeniden yükselişi böylece başladı. Bu örgüt artık etikindi ve adı her alanda yankılanmaya başlamıştı. Öncesi ise, bir itirafçının yarattığı bataklıkta erimişti.

10 Mart 1978'de Ankara, Yukarı Ayrancı daki örgüt evinde, ben, Binbaşı Eşber yoldaş, Rezzan ve adını hala hatırlamadığım bir yoldaş daha, bir bodrum katında yakalandık. Kaçmak istedim pencereden, üzerime çulandılar. İşkencede 21 gün; Ankara-İstanbul arası dolaştırıldım.

Anadilimle şarkı söyledim direnerek, elektirik verdiler çarmıha gererek...

Bu ekib Antakya'dan, İskenderun'a, Adana'dan Tarsus'a, İstanbula, Samsun'a, Kayseri'ye, Niğde'ye, Ankara'ya düğüm düğüm örgütü yeniden kurdu...

Bu ekip, şu ana kadar kimsenin bilmediği eylemlere imzasını attı. İşkencede birlikte direndi, tek kelime bile açık vermedi. Önceki yakalanmaların tüm kefaretini işkencede ödedi, ama teslim olmadı.

İtirafçı Engin'in yandığı yer tas tamam burasıydı. Zira ondan önce bu örgütte Rıza Salman, en üst yönetici olarak yakalandı, ama tek kelime konuşmadı, işkencede adam gibi dik durdu. İtirafçıdan sonra ise ben ve ekibim yakalandık, tek kelime konuşmadık, örgüt üyeliğini bile kabul etmedim, dik durduk, üstelik itirafçı onlarca kez adımızı, ilgil-ilgisiz herşeyde anmış olmasına rağmen…

Bu gerçekler, itirafçının kabusuydu. Bu yüzden de MİT ajanı ortağının kucağında, her çirkefe battı, ihbarlara, karalama ve şaşkınca, çılgınca ifşaatlara yöneldi...

Acilciler örgütü tarihinin yöneticileri arasında tek bir itirafçı çıkmıştır, o da Engin Erkiner'dir.

Bizim ekip ser verip sır vermeyen bir ekipti. Üreten, çalışan ve siyasal mücadelede kararlı bir irade sergileyen ekipti.

Bu ekip en son yakalananlar arasındaydı, özellikle İtirafçı Engin'in sırtlarına yıktığı bir ton ifadesi vardı. Mihrac Ural'ı ve onun can yoldaşı Nebil Rahuma'yı polise ilk kez afişe eden bu ahlaksız itirafçı, onları işkencede de takip ediyordu. Fuat'ta, hanımı da yakalanmıştı. Ama tek bir açık vermedik, direndik dik durduk.

Nebil istanbul'da tutklandı, ben Ankara'da, İstanbula da götürdüler. Sağmalcılarda beni karşılayan, can yoldaşım Nebil'di. Kısa süre kaldık. Kaçış olanağı çıkınca onu yerime gönderdim. Benim ifadem taş gibi, beyaz bir sayfa, yarım kağıttı.

Nebil istanbul'da tutklandı, ben Ankara'da, İstanbula da götürdüler. Sağmalcılarda beni karşılayan, can yoldaşım Nebil'di. Kısa süre kaldık. Kaçış olanağı çıkınca onu yerime gönderdim. Benim ifadem taş gibi, beyaz bir sayfa, yarım kağıttı.

Neymiş "gizli ifadeymiş, 2. ifadeymiş", daha neler. Adam itirafçı ya herkesin itirafçı olaması gerek, benzer arıyor. Hadi ordan be ahlaksız adam, 20 sayfada "kronolojik olarak" dizdiğin itirafların dışında bilinmeyen, gizlice verdiklerin de mi var ne?..

Boşuna arama benzerin yok olmayacak da…

Bombacı Leyla davasından 12 eylül rejimiyle birlikte 7 küsur yıl ceza aldım, Ama mahkemeleri takan kim, Adana'dan firar ettim (31 Temmuz 1980). Beraberimde o gün uygun gördüğüm iki örgüt insanını birlikte çıkardım.

Bu günde, ser verip sır vermeyen bu ekip, sevgiyle, saygıyla birbirine sarılı, ama bir eksiğimiz var can acısı…

Nebil.. Nebil.. seni asla unutmayacağız.

Nebil'i zalimler katletti. Bu katlin bir ayağında MİT ajanı İbrahim Yalçın var; örgütten habersiz aldığı ve nerede ne yaptığı belli olmayan 2 kg altın için. Kepaze insanlar onu yargıladılar, "Acilin adamı" ilan ettiler, çirkinlik bulaştırmak istediler...

Nebili katleden akıl şimdi, Özel Harp Dairesinin kuklaları olarak, İtirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın isimleri altında işlerine devam ediyorlar.

İlki trajediydi, tekrarı ise komedi olarak…

Mihrac Ural
10 Mart 2010

Eğrisiyle Doğrusu...

Engin Erkiner


Bir günde Arapça öğrenebileceğini ifade edecek kadar iddialı, ODTÜ'de okuyabilecek kadar zekidir. Lakin; uyarılmış olmasına rağmen günlerce polis tarafından izlenmekte olduğunu farkedemeyecek kadar kör, yıllarca kol kola yürüdüğü insanların kimler olduğunu bilemeyecek kadar aptal, yakalandığı zaman anında çözülecek kadar dirençsiz, barındığı Suriye'de çıtını çıkaramayacak kadar korkaktır. Bakmayın şimdi sanal alemde esip gürlemesine... Galip gelmek için belden aşağı vuruşlar da dahil her türlü çamuru sıvamayı yöntem olarak kullanabilecek adi bir kişiliktir.


İbrahim Yalçın


Evveli belirsiz,

5 Mart 2013 Salı

Emare

Nebil'in hayatına mal olan suçlamalardan birisi de sarkıntılıktı.

Bu itham; oldukça ağırdı ve inanılması zordu.

Lakin Emine; iddiasını doğrulayacak bir emareden söz etmişti. Öyle bir emare ki; anasından başkasının bilmesi mümkün değildi.

İşte bu bilgi; hükmün gerekçelerinden olmuştu.

Bu emare hakkında her şeyi bilen adamla çok önceleri de konuşmuştuk. Bizim böyle bir şeyi bilmemiz imkansızdı.. Ama her şeyi bilen adam; bu emare hakkında da çok önceden bilgi sahibiydi.

Lise yıllarında yaşanan fantaziler olmuştu.

Akar sinemasının koltukları, Ortodoks kilisesinin duvarları tanığıydı bu dönemin.

İşte bu dönemde görmüştü emareyi her şeyi bilen adam.

Helal olsun.

21 Şubat 2013 Perşembe

Salak (1)


Mersin Üniversitesi dekanı Prof Fevzi Demir; salaklığın bulaşıcı bir hastalık olduğunu anlatan güzel kitabını hediye etti geçenlerde. İnternet ortamında bir çok salak dolaştığından; salaklığın hangi musibetle bulaştığını anlayabilmek için bir solukta okudum.

Ayrıntılara gitmeden önce salaklığın bazı önemli belirtileri ile nedenlerini aktarayım:

‘’ Hasta veya hasta gurubu okuduğunu, dinlediğini ya da gördüğünü bir türlü anlayamaz..’’
‘’ Fikirsizlik  ya da tek fikirlilik yaygındır..’’
‘’ Enfekte bireyler, iyi iletişimi sadece yine kendisi gibi davranan bireylerle kurabilir..’’
‘’ Her önerdiğini kesin bir gerçek olarak önerir..’’
‘’ Her inandığına kesin bir gerçek diye inanır..’’
‘’ Salak; sadece yanlış yapmaz, yanlışta direnir..’’
‘’ Salak, var olan en tehlikeli insan türüdür. Çünkü salak, salak olduğunu bilmez.’’
‘’ Müzmin bekarlık bu hastalığa yakalanma riskini kesinlikle arttırır..’’

Bu bulgulardan yola çıkarsak, bazı yaklaşımları daha doğru yorumlayabiliriz.

Söz gelimi; enfekte olmuş bir gurup salak; 2006 yılından 1970’li yıllara aptalca tüneller açabilmekte, buna karşılık 1970'lerden bugüne köprüler kuramamaktadır. .

Yine salak bir gurup; her taşın altında casus ararken, burunlarının dibindeki elemanlarla halaya durabilmektedir..

Salağın biri; MİT tarafından takip edildiği yönünde uyarılmasına rağmen aymazlıkla ilişkilerini sürdürüp kadrosunun tüm hareketlerinin fotoğraflanmasını sağlayabilmiştir. 

Yine bu salak gurup; her taşın altında MİT ya da MUHABERAT elemanı ararken, her hareketi fotoğraflanmış olmasına rağmen bazı kişilerin sorgulanmamış olmasını nedense hiç düşünmemiş, tabiri caizse oralı bile olmamıştır.

Söz konusu salak gurup; kendilerini hicveden bir yazıdaki istihzayı bile anlamaktan biçare halde iftiralarına mesnet yapmış, bu yalana sonradan kendileri de inanmıştır.

Bu salak gurubun arkadaşlık anlayışı; tek fikirliliktir. Aslında tek fikirlilik, cemaat kültürünün biat anlayışıdır. Halbuki devrimcilikte; biatı reddeden bir isyan vardır. İsyan yoksa, devrimcilik de yoktur. İşte genlerinde var olan bu biat nedeniyle farklı olan düşüncelere rağmen süregelen arkadaşlığı anlayamayıp; kader birliğine dayalı geçmişten gelen bir dostluğu; neden her konuda aynı düşünmüyorsunuz diye sorgulamıştır..

Çünkü salaklar, kendileri gibi olmayanlarla iletişim kuramaz.

Kendileri gibi olmayanlar TU KAKA'dır

Kendisini alametifarika sanan salak; Suriye olaylarını bir halk isyanı olarak görüp arka plandaki emperyal amaçları yok saymaktadır. Halbuki emperyal güçlerin kendileri, masa başında çizilmiş haritalarla Ortadoğu’yu kana bulayacaklarını çoktan ilan ettiler.

Fizandaki sağır sultan bile bu gerçeği biliyor. Ama salak; ilan edilen BOP projesine, işbaşındaki  eşbaşkanlara rağmen EMPERYAL proje yok diyor.

Çünkü salak, hatasında ısrar edendir..

Devam edecek...


2 Şubat 2013 Cumartesi

Habil...Kabil...


Habil gafildi. Kabil ise, menfaati için herkesi satabilen bir uyanık. Yıllar boyu şimdilerde timsah gözyaşı döktüğü yoldaşının kanıyla beslenmişti.. Semiz yapısında bu kanın vebali vardı.