Sabahın kuşluğunda köpeklerin yoğun havlamasıyla karışık kapı zilini duydum. Bu vakitte sütçü dahi gelmezdi. Merakla camdan dışarı baktım. Gözlüğümü takmadığım için dışarıda bir kalabalık görüyor ama kim olduklarını seçemiyordum. Etejerin üstündeki gözlüğümü alıp aşağı indim.
Kapıyı açıp dışarı bakınca kalabalıktan birisi;
-''POLİS'' diye seslendi.
Köpeklerim kapıya gelen kalabalığa kıyasıya havlıyor, kapıya elini uzatana saldırıyordu... Köpekleri sakinleştirip ön balkona kapadım. Bahçe kapısını açınca ekibin başında olan komiser, arama emrini göstererek evimde arama yapılacağını, benim de gözaltına alınacağımı söyledi.
Arama emrine baktım; '' yasa dışı terör örgütüne üye olmak '' gerekçesiyle ev ve arabamda arama yapılarak yakalanmam isteniyordu. Bir ekip de olası bir çatışma ya da firara karşı çevrede tertibat almıştı.
Elleri otomatik silahlı siviller içeri doldular. Evde yatanları uyandırdım. Herkes şaşkındı. Koridorlarda, odalarda elleri silahlı bir sürü sivil dolaşıyordu. Evim, didik didik arandı. Bütün laptoplar, hard diskler, flaş bellekler, cep telefonları, arşivdeki yazılı ve görsel belgeler tutanakla alındı.
Bir bayan polisin düzenlediği tutanağa göz attığımda garibime giden bir ifade oldu. Şöyle bir cümle vardı: '' Şüpheliden bilgisayar kayıtlarından kopya isteyip istemediği soruldu, ........ dedi ''
Bana böyle bir şey sorulmadığını komisere hatırlattım. Komiser, kopyalama cihazları olmadığı için arama anında kopyalama yapamadıklarını; bilgisayarları, flaş bellekleri, telefonları ADANA'daki laboratuvara göndereceklerini söyledi.
Evden alınan eşyalarla birlikte içi görünmeyen bir minibüse konuldum. Evvela Mersin Devlet Hastanesi'ne götürülüp oradan Emniyet Müdürlüğü nezaretine bırakıldım. Buraya alınırken çeşitli açılardan resimlerim çekildi.
Yaklaşık bir saat sonra üç kişilik bir ekip eşliğinde Antakya Emniyet'ine sevk edildim. Burada Terörle Mücadele Şubesinin nezaretine alınırken kayıt yapılan defterde Mehmet Güzel'in adını gördüm. Polislerin konuşmasından İstanbul ve Ankara'dan da getirilecekler olduğunu öğrendim.
Üstümdeki eşyalar emanete alınıp nezarete götürülürken Mehmet Güzel ile Hüsamettin Çalış'ın da yan hücrede olduklarını gördüm. Selamlaştık.
Evimin basıldığı andan başlayarak tahmin etmeye çalıştığım manzara belli olmuştu. Nebil'i arama, onurunu iade etme çabamızın tadına varamamıştık ama anlaşılan cefasını bu şekilde görecektik.
Ertesi gün İstanbul'dan Hasan Balcı ile Emrullah Gemci'nin, Ankara'dan Ömer Gazel ile Öner Ödemiş'in getirildiklerini öğrendim. Ondört kişi aynı şekilde gözaltına alınmıştık.
Emniyet sürecinde yaşadıklarımız, 12 Eylül dönemine göre oldukça farklıydı. Darbe öncesi ve sonrasında emniyet tezgahından geçenler, gördükleri işkencelerin travmasını uzun yıllar taşımıştı. Ağır işkencelerde sakat kalma, hayatını kaybetme gibi durumlar da herkesin karşılaşabileceği bir gerçekti. Sorgulama denen şey; dayak, baskı, tehdit ve işkence ile suç yüklenmesiydi.
Oysa şimdi; hakaret içeren bir kelime dahi sarfedilmeden teknik takip ve dinleme sonucu elde edilen delillerden yola çıkılarak sorgulama yapılıyor, bir fiske dahi vurulmuyordu. Bu, önemli bir değişimdi.
Sorgumda; Nebil Rahuma'nın önemi soruldu.. Neden otuz yıl sonra bu ismin öne çıkarıldığı öğrenilmek istendi... Özenle Nebil'i anlattım. Yasadışı terör örgütü oluşumu soruldu; teröre nasıl baktığımı anlattım. Teknik takibe takılan hususları, atılan iftiraları, iftira atanların nedenlerini anlattım.
Savcılık sorgusu da aynı şekilde geçti. Kişisel anlamda bir sorun söz konusu değil. Atılan iftiraların doğru olmadığı ortada. Lakin, salıverilme sonrası yaşadığım durum cezaların en büyüğü oldu.
Bütün bilgisayarlarıma, belgelerime, Nebil'e ilişkin yazılarıma, telefonlarıma incelenmek üzere el konuldu. Herhangi bir kopyalama işlemi yapılıp tarafıma bir suret de verilmedi. Söylendiğine göre üç aya kadar verilmesi de mümkün değilmiş.
İşte bana verilen asıl ceza bu. Bütün işlerim durdu. Bütün bağlantılarım kesildi. Yürürlükteki hukuk kurallarına göre bunların olmaması gerekiyor. Ama yaşadıklarımız, bu mealde hukuk kurallarına uygun düşmüyor.
Bir yola çıkarken alçaklara yağacak karı, tepelerden esecek rüzgârı hesaba katıp sonucuna katlanırım. Doğal olanı budur.
Ne yazık ki hesaba katmadığım; tartıştığım kişilerin ne kadar alçak olduklarıymış. Alçaklara yağan kar gün gelir erir, yerinde çiçekler açar. Fakat alçaklık hep baki kalır.
M. Yavuz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder