24 Kasım 2008 Pazartesi

Nebil'i anıyoruz...

Nebil RAHUMA’yı anıyoruz..

1980 yılının cinnet döneminde ebediyete yolcu ettiğimiz Nebil, Antakya’nın devrimci harekete armağan ettiği yiğit biriydi.

Yoksul bir ananın tek oğluydu. Babasızdı.. Lise yıllarından beri kahvelerde çıraklık yapar, birkaç kuruş olsun anasına destek olmaya çalışırdı. İhtiyacı çoktu ama buna rağmen dışarıdan gelen her yardıma kapalıydı. Bir keresinde oldu bittiye getirip kendisine rulo kağıda sarılı halde para yardımı yapmış ve uzaklaşmıştık. Ama O, bizi bulup iade etmişti kendisine verilen parayı.

Dünyada belki de değer vermediği tek şey; maddiyattı..

Nebil, tıknaz bir yapıya sahipti. Konuşurken gözlerini bakışlardan kaçırır, mahçup ve sessiz bir gülümsemeyle yere doğru bakardı. Çok saygılıydı.. Onun her hangi birisini değil taciz etmek, gözleriyle rahatsız ettiğine bile şahit olmadık.

Hatay Eğitim Enstitüsü’ne kayıt yaptırdığı gün, yoksul anası için belki de en mutlu andı.. Yaşama ve geleceğe dair sağlam bir güvenceden yoksun olan ana için Nebil’in öğretmen çıkması, düzenli bir gelire ve sağlık güvencesine sahip olması kuşkusuz çok önemliydi. Ancak beklenmeyen bir kavga bu gidişatı değiştirecek ve muhtemelen Nebil’in yol haritasındaki bir kilometre taşı olacaktı.

Nebil, 1976 yılında Antakya Devrimci Kültür Derneği bünyesinde toplanan öğrenci gurubu içinde yer almaya ve bu derneğe gidip gelmeye başlamıştı. MC hükümetinin ülke çapında yarattığı gerginlik ve kavga ortamı okulumuzda ve şehrimizde de mevcuttu.

Okul giriş ve çıkışlarında MHP’li öğrencilerle aramızda sataşmalar oluyor ancak kavgaya dönüşmüyordu. Birgün bizler sınıftayken dışarıda bir yığılmanın olduğunu fark ederek dışarı çıktığımızda Nebil’in Yılmaz Karagün isimli bir faşistle yumruklaştığını gördük. İşte bu kavga, Nebil’in siyasi mücadele içindeki yol haritasını belirledi. Bu kavgadan sonra ilişkilerimiz daha da sıkılaştı ve Acil/HDÖ örgütlenmesinin ilk hücre çalışmalarına dahil oldu.

Nebil Rahuma; özverili, her ortama dayanıklı, asla şikayet etmeyen sakin bir yapıya sahipti. İdeolojik tartışmalara girmez, sessiz bir şekilde konuşmaları izlerdi. Hatay ve Adana bölgesindeki bazı eylemlerde aktif rol aldıktan sonra İstanbul’daki yakalanmaları takiben o bölgeye giderek eylem kadrosuna girdi. Doğal olarak okulu tamamen bıraktı.

İstanbul’da banka soygunlarına ve Taksim eylemine aktif olarak katıldı. Bu tür eylemlerden sonra Antakya’da buluştuğumuz bir gün çok garibine giden bir olayı anlatmıştı. Bir banka soygunundan sonra örgüt kasasından pantolon alması için kendisine para verilmiş. Garipsediği durum buydu.. Örgüt parasıyla kendisine üst baş almak zoruna gitmişti. Örgütün parasını özel harcamada kullanmak onun açısından ihanet gibi bir şeydi. Kendisine bunun gerekli olduğunu anlatmak için saatlerce dil döktük.. İkna olmasa da olmuş gibi başını salladı ama ağzından bir çift laf alamadık.

1976 yılında Filistinli gerillalar Muhammed Reşit ve Mehdi Muhammed, İsrail’in Uganda baskınının intikamını almak için Yeşilköy havalimanına baskın yapmışlar ve akabinde müebbet hapse mahkum edilerek Sagmağcılar Cezaevine kapatılmışlardı. Bu kişilerin ileride Nebil Rahuma’nın yardımıyla cezaevinden kaçırılacaklarını o yıllarda hiç tahmin edemezdik.
Nebil’in ilk yakalanışı 2007 sonu veya 2008 yılının başları. İstanbul’da yakalanıp Sagmağcılar cezaevine gönderildi. Burada bir ay kadar kaldıktan sonra TİKKO militanı Hacı Demirkaya ile birlikte, korsan gösteriden yakalanıp tutuklanan ama kısa bir süre sonra tahliyeleri gelen kişilerin yerine geçerek (Nebil, Bedri Yağan’ın yerine) Sagmağcılar’dan firar etti ancak bir ay kadar sonra Ümraniye semtinde kolundan yaralı olarak yakalanıp zamanın siyasi şube müdürü UĞUR GÜR’ün ağır işkencesine maruz kaldı. Kendi anlatımıyla Uğur GÜR; kendisiyle top gibi oynamıştı.

Uğur Gür’ün ağır işkence altındaki Nebil’e tek sorusu vardı: ‘’HACI DEMİRKAYA nerede ?’’ Buna karşılık Nebil’in de tek cümlelik bir ifadesi vardı: ‘’CEZAEVİNDEN ÇIKINCA O SAĞA BEN SOLA GİTTİM…’’ Başka bir ifadesi yok. Ağır işkencelerin ardından tekrar Sagmağcılar cezaevine gönderildi.

Ana dilinin Arapça olması nedeniyle Nebil, Sagmağcılar Cezaevindeyken Yeşilköy’ü basan Filistinli gerillalarla sıkı ilişki kurdu. Bunlarla kaçma planı yapıldıktan sonra Filistinli gerillalar kaçacakları güne kadar saç ve sakallarını kesmeyip uzatıyorlar.. Kaçacakları gün sakallarını kesip ziyarete gelenlerin temin ettiği kadın çarşaflarını giyerek ziyaretçilerin arasında cezaevinden kaçıyorlar (1979). Tamamen örgütlü bir girişim. Nebil, son anda gardiyanlar tarafından fark edilip çarşaflı olarak nizamiyede yakalanıyor.

Bu firar girişimi üzerine kendisini Trabzon cezaevine naklettiler. Nebil Rahuma, Trabzon cezaevinde çıkan yangın nedeniyle bu defa SİNOP cezaevine oradan da NİĞDE cezaevine nakledildi. Niğde, Nebil’in yattığı son cezaevi oldu. Kısa bir süre sonra buradan da firar etti. İlginç bir tesadüf, Nebile ablası her şeyden habersiz firar günü kendisini ziyaret ediyor ve görüş anında Nebil ablasına, ''neden geldiniz, ben bugün firar ediyorum, hemen gidin'' diyor. Cezaevi dışında bekleyen ablası, Nebil'in takım elbise ve şık bir palto içerisinde güneş gözlüklü olarak bir taksiye binip uzaklaşmasını endişe ile izliyor.

Firar sonrası Filistin’e giden Nebil Rahuma, kaçmalarına yardım ettiği iki Filistinli nedeniyle önemli bir kariyere sahip Filistin halkı arasında. Evrensel bir devrimci olan Nebil, haklı davalarında Filistin halkıyla birlikte İsrail’e karşı savaşıyor. Burada önemli kahramanlıkları var. Olayın şahitleri, yeri ve zamanı geldiğinde bu konudaki anılarını mutlaka yazacaklardır.

Nebil; örgütlü mücadelenin gereği olarak 1980 yılında ülkesine geri döndü. İstanbul’da kısa aralıklarla Selimiye kışlasının kurşunlanması, Selimiye’de bir kuyumcunun soyulması eylemlerini gerçekleştirdi.. Nebil, can siperane devrimci mücadelesine devam ederken, onu ölüme götürecek gelişmelerin muhtemelen farkında değildi.

Nebil Rahuma, kendisine aşkı yasaklamıştı. Aşkın, devrimcinin hızını keseceğine inanıyordu. Kendisine aşık olan kız arkadaşlarımız da vardı ama Nebil, kendisiyle bu konuların konuşulmasına bile fırsat vermeden derhal uzaklaşır, onlarla aynı ortamda bulunmazdı.

Nebil Rahuma, ACİL – HDÖ ayrımında HDÖ saflarında yer aldı. Bu durumu bizler de zaten biliyor ve onunla aynı safta yer alıyorduk. Cezaevinden kaçmadan önceki son görüşmesinde bizlerle irtibata geçeceğini Erkan arkadaşımıza söylüyor. Ama ölümüne kadar olan süreçte bizlerle bağlantı kurmadı veya kuramadı.. Nedenini bilemiyoruz..

Ölümü hakkında çelişkili ifadeler ve haberler var. 12 Eylül darbesinden yaklaşık bir ay sonra TRT ‘de konuşturulan bir itirafçı; ‘’ Nebil’i Balıkesir’deki hücre evinde uyurken öldürdüklerini, cesedini bahçeye gömdüklerini..’’ söylemişti. Aynı kişi cesedi gömdükleri yeri de göstermiş ve parkalı, ayakkabılı bir ceset çıkarılmıştı.. Ancak cesede ne olduğu hakkında hiçbir bilgi yok. Ceset bulunsa en azından tespit için ailesine haber verilmez miydi ?

Nebil’in ölümü hakkında Yalçın KÜÇÜK’ün Türkiye Üzerine Tezler kitabında da farklı bir bilgi var. Kitabın 610 ncu sayfasından itibaren Nebil’in öldürülüşü anlatılıyor. HDÖ iddianamesine dayandırılan bilgilere göre Nebil Rahuma’yı İstanbul Güngören’de ATEŞ Tuğla yakınında bir yerde öldürüp gömüyorlar.. Ama yine ailesine teslim edilmiş, yada ailesi tarafından tespit edilmiş bir ceset yok ortada.

Bir başka bilgiye göre de Nebil Rahuma’ya haksız suçlamaları isnat edenler, onu İstanbul’da ormanlık bir alanda öldürüp terk ediyorlar. Katilleri ertesi gün dönüp baktıklarında, Nebil’in cesedinin olay yerinde olmadığını görüyorlar. Yani yine ceset ortada yok.

Öldürüldüğü zaman 24 yaşında fırtına gibi bir gençti.

Bizler, cuntaların idamlarına karşı çıkarken nasıl oluyordu da çok basit bahanelerle arkadaşımızı katledebiliyorduk..? Bunu hep sorguladım.. Ayrıca Nebil, kolaylıkla kurtulma şansına sahipken neden sessiz ve sakin ölüme gitmişti..?

Yıllar sonra bunun da nedenini bulduk ve Nebil gözümüzde daha da yüceleşti. Nebil, kendisine yöneltilen her türlü suçlamaya ısrarla karşı çıkmış ve hiçbir suçlamayı kabul etmemişti. Hatta yapılan bazı suçlamalar onun kişilik yapısına ve konumuna kesinlikle aykırıydı. O her şeyi sineye çekebilir ve yaşamına devam edebilirdi ama şerefsiz bir suçlamayla yaşamayı onuruna yediremedi.

Onun iki teklifi vardı: Ya bu suçlamalar kaldırılacak, ya da kendisini öldürmeleri gerekecekti.. İşte Nebil’in, ölümle böyle onurlu ve şerefli bir kavuşması oldu. Aslında bu eylemiyle Nebil, kendisini öldürenleri cezalandırdı. Bugün daha iyi anlıyoruz bunu.

Aradan 28 yıl geçti. Bizler ellili yaşları aştık ama Nebil kalbimizde ve anılarımızda hep yirmili yaşlarında duruyor.. O hiç unutulmayacak ve hatta yaşlanmayacak.

Bazı şiirler vardır ki, kişilerle örtüşürler.. Nebil, dostumuz Erkan’a en çok sevdiği türkünün GAFİL GEZME ŞAŞKIN olduğunu söylemiş bir gün ve ilginçtir sonu da türküdekiyle uyuşuyor.

Ben de Ahmed Arif ustamızın aşağıdaki satırlarında Nebil’i bulurum hep:


Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak, bir kavgada,
Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da.
Hiçbiri olmaz halbuki…

Ve olmadı da..

Nebil Rahuma için ölümünün üzerinden 28 yıl geçtikten sonra bir anıt yaptırmak fikri nasıl doğdu ? Bunu da anlatmam gerekiyor..

Nebil’in geride bıraktığı annesi, ablası ve yiğenleri; onun ölümünden sonra da büyük bir baskı altındaydılar.. Bu baskı altında acılarını bile dışa vuramıyorlardı.. İçin için ağlıyor, için için kahroluyorlardı. Oğullarının, kardeşlerinin, dayılarının bir mezarı bile yoktu..
Onları Antakya’da ziyaret eden Erkan, beni aradı.. Durumu anlattı.. Nebil’in mezarını bulup cesedini Antakya’da bir mezarlığa defnetme sorumluluğunu üzerimize aldık. Düşüncemizi ablası ve yigenleriyle paylaştık. Çok mutlu oldular..

Cesedin bulunması zaman alabilirdi.. Bu nedenle Mihraç Ural’ın da önerisiyle Nebil adına bir anıt yapılması fikri ortaya çıktı. Bu düşünceyi de ailesiyle paylaştık ve onaylarını aldık.

Bu onay üzerine çalışmalara başladık ve cesedini bulduğumuzda getirmek üzere anıtını açmaya karar verdik. Bu anıt bir ağlama duvarı değil; yiğitliğe, geçmişe ve dirence saygının buluşma noktası olmalıdır.

Yoldaş dememden alınanlar veya başka anlamlar çıkaranlar olabilir.. O nedenle, yoldaş hitabını bir yana bırakıp bütün devrimcileri ve dostları 30 Kasım’da Antakya’da Nebil’in anıtında saygı duruşuna bekliyoruz.

Mehmet Yavuz

3 yorum:

Adsız dedi ki...

TEŞEKKÜRLER Öncelikle bu konunun gündeme gelmesi ve geç te olsa aydılatılması yönünde uğraşan herkese ayrıca anıt mezar düşüncesi ile ilgilerini esirgemeyen yiğit arkadaşlarına teşekkürler. Ülkemizin ucsuz bucaksiz sira daglarinda ve ovalarinda kentleri yoksul mahalelerinde, ve ugulduyan meydanlarinda kusatmalar altinda ve barikartlar arkasindan sömrüye zulme boyun eymemenin onuruyla, ölümün üstüne yürüdü onlar tereddüt etmediler yok biz buraya dönmeye degil ölmeye geldik diyerek türkülerle, marslarla karsiladilar ölümü özgür ve esit bir gelecek icin canimizdan bir parca koparircasina, en iyilerimizi verdik topraga onlar yaratilan DEVRIMCI değerlerin, onurun, erdemin, inancin simgeleri olarak yüreklerimizi dolduruyor, bilincimizi aydinlatiyor, bizi kopmaz baglarla bagliyor DEVRIME...
Yazan : kerem demirci | Email : akrep_643@hotmail.com

Adsız dedi ki...

Nebil Rahuma nın yeğenlerinden biriyim. Maalesef 30 kasım 2008 tarihinde adına yapılan saygı duruşunda bulunamadım. 29 kasım 2008 de Ankara da düzenlenen kesk in eylemine katılmıştım. Geldiğimde Nebil Rahumâ`nın teyzesi benimde nenem olan kişiden bu durumu öğrendim. Nebil Rahuma ile ilgili herhangi bir gelişme yapılması gereken herhangi bir şey varsa bana bildirilmesi rica konusunda ricalarımı kabul edin. Daha önce internette veyahut kitaplarda araştırdığım şey sadece Nebil in bir işbirlikçi olması idi. Şimdi bu şekilde davranılmış olması açıkçası beni şaşırtmıştır.
Yazan : kenan verici | Email : hataylikenan@hotmail.com

gökhan dedi ki...

nebil rahuma ve yoldaşlarının kavgası sürüyor.bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.kavgamız hiç bir zaman yok olmadı.olamazda...biz nebil rahumanın yeğeniyiz.o yanımızda olmasa bile kavgası ve düşünceleri bizimle yaşayacak.onların kavgası halk içindi.onların kavgası güzel bir dünya içindi.bu kavga bize mirastır.Gökhan ZUBARİ