25 Mayıs 2009 Pazartesi

HDÖ davasında GÖZLÜK'ün ifadeleri ve yayınlanan NEBİL bildirisinden...


... sanıkların bu olaya karar verme durumunda katılmalarını doğrulayan Ege Bölgesi sorumlusu GÖZLÜK kod adlı ...'un K1:20, h:1400'deki beyanında Nebil Rahuma olayına imza koyanlar Kirve, Sarı Metin, Sarı Hüseyin ve Hoca (Kısa) olduğu, 7.2.1981 tarihinde İstanbul'da yapılan toplantıda Nebil Rahuma'nın öldürülmesi konusu gündeme getirildiğinde KISA'nın yanlış bir hareket yaptığı, toplantıya katılanlar tarafından belirlendiği, kendisinin görevlerini kötüye kullandığının saptandığı, toplantıda iki gurup ortaya çıktığı, sonuç alınamadan 15 Mart 1981 tarihinde buluşmak üzere randevulaştıklarını beyan etmiştir.

K1:16, Sh.128, 229, 130'da THKP-C/HDÖ EGE BÖLGE KOMİTESİNİN ''YOLDAŞLAR'' başlıklı bildirisinde, örgütün genel komite üyesi Nebil Rahuma'nın İstanbul Bölge Komitesi tarafından EYLÜL ayı sonunda ÖRGÜTE İHANET SUÇU ile yargılanarak öldürüldüğünün öğrenildiği, Nebil'e getirilen suçlamalar ve verilen kararla ilgili eleştiriye yer verildiği, sonuç kısmında ise Nebil'in düzenlediği komplo ve suçlar değil, NEBİL'E DÜZENLENEN KOMPLO VE BÖLGE KOMİTESİNCE İŞLENEN SUÇLARDAN sözedilmesi gerektiği, ...''

işlenmiş ve aynı bildiride devamla;

''Söz konusu olan Ziya ve Hoca bir ölçüde kendi hatalarının yol açtığı NİSAN DARBESİNDEN sonra üst yapıdan ihraçlarının bedelini zamanını bekleyerek ve Nebil'in hatalarını kullanarak kötü bir SENARYO eşliğinde Nebil'e ödetmişlerdir. ''

Ve.. bildiride ilan edilen net HÜKÜM:

'' BÖLGEDEKİ İKTİDAR MÜCADELESİ, BİR CİNAYETLE SONUÇLANDIRILMIŞTIR ...''

24 Mayıs 2009 Pazar

Nebil neden öldürül..(memiş)..?


Bir süredir Nebil'i katledenlerin ya da katline sebep olanların mahkeme dosyalarına yansıyan hazırlık soruşturmalarını, savcılık ifadelerini ve duruşma tutanaklarını yayınlıyoruz.. Bu ifadelerin bir kısmı çok can yakıcı olsa da doğru sonuca gitmek açısından yayınlanması gerekmektedir...

Güneş balçıkla sıvanmaz sözü; Nebil yoldaşımız için de bu ifadelerden yola çıkılarak varılacak bir sonuç olacaktır. Eğer yoldaşımızı tanımıyorsak, katledilen kişi hakkında en küçük bir bilgimiz yoksa bu ifadelerden yanlış sonuçlara varmak mümkündür. İşte biz, işin zor olan kısmından başlayarak doğruya varacağımıza ve gerçekleri tüm çıplaklığıyla ortaya çıkaracağımıza inanıyoruz.

Herkes şu gerçeği bilmelidir: Bizler Nebil Rahuma yoldaşımız için ANIT yapma kararı aldığımız ve bunu hayata geçirdiğimiz zaman da bu ifadelerden kısmen haberdardık. Nebil'in öldürülme gerekçelerini ilgili olan herkes farklı şekillerde de olsa dile getiriyordu. Bütün gerekçelerin en tepesinde hep bu sarkıntılık suçlaması vardı.

Bu ifadeler yayınlanmasa, kamuoyuyla paylaşılmasa ne olurdu..? Kesin olarak belirtmeliyiz ki; böyle bir durumda en büyük kötülüğü Nebil'in anısına yapmış olurduk.. Nebil Rahuma yoldaşımız bu suçlamalar karşısında kişiliğinden ve onurundan hiç ödün vermeden ölümü tercih etmişti. Nebil'in kim olduğunu nasıl anlatıyorsak ona kurulan kumpası da tüm gerçekliğiyle anlatmalı, hiç bir ifadeyi görmezden gelmemeliyiz.

Nebil'i yok eden süreci bütün ayrıntılarıyla okuyunca görüyoruz ki; insanları yok etmeye yönelik süreç bugün de dolu dizgin devam etmektedir. İnsanlar bugün de; ordan burdan derleme yalanlarla insafsızca mahkum edilmiyor mu ?

Bu duruşma tutanakları ve yargılama süreci, Nebil'in öldürülme kurgusuyla birlikte ele alındığında ortaya çok ilginç gerçekler çıkmaktadır. Bu yazıları okuyanların alınganlık göstermek yerine durum değerlendirmesi yapmaları daha yerinde olur.

Olayın canlı tanıklarıyla da konuştuk. Elbette hem bu ifadeler hem de kurulan komployu açıklayan diğer tanık değerlendirmeleri zamanı geldikçe yayınlanacaktır. İşte o ifadelerin anlamlı olabilmesi için, can yakıcı da olsa suçlayıcı ifadelerin de yayınlanması gerekmektedir. Aksi halde bu tür ifadelerle başka ortamlarda yüz yüze gelecek insanların tepkileri daha değişik olabilir.

Bizler, kendimizden daha fazla güvendiğimiz Nebil için herşeyi korkusuzca tartışmaya ve konuşmaya hazır olmalıyız. Güven ve saygı; var olan bilgi ve belgeleri saklayarak değil onları deşifre edip çürüterek gösterilmelidir.

Yayınlanan ifadeler, mahkeme süreci ve gerekçeli karardan bugün için ortaya çıkan en basit gerçekleri kısaca açıklamak gerekirse;

1* Nebil'in öldürülmesinin iddia edildiği gibi Ali Çakmaklı olayıyla hiç bir ilgisi yoktur,

2* Nebil'in İbrahim Yalçın'a para vermesinden Ziya Erdönmez'in zerre kadar bilgisi yoktur ve cinayetin temel nedenlerinden biri bu olaydır. Bu para verme olayı İbrahim Yalçın tarafından neden farklı bir şekilde sunulmuştur ? Böyle sunulmasının ardında yatan gerçek neden; Nebil cinayetini Ali Çakmaklı olayına bağlamak düşüncesi midir ?

3* İlginç olan HDÖ Genel Komitesi ile il komitesinde yer alan kimi kişilerin kısa aralıklarla şu veya bu şekilde öldürülmesidir. Nedense hiç kimse üst üste gelen bu ölümlerin müsebbiblerini araştırmamaktadır,

4* Nebil'i öldüren silahın olaydan 6 gün sonra nasıl MHP'li bir katilin eline geçtiğini kimse araştırmamakta, bu olayı derinlemesine sorgulamamaktadır,

5* Nebil'in öldürülmesiyle ilgili olarak ne HDÖ davasında ne de başka bir davada hiç kimse mahkum olmamıştır. Neden ?

Sizce de bu işin içinde başka bir iş yok mu ? Nebil'in ortadan kaldırılmasını isteyen asıl odak kimdir ?

Bu soruların cevapları belgelerle kanıtlanamasa da mutlaka verilecektir.

Mehmet Yavuz

19 Mayıs 2009 Salı

Bu öykü bitmez..


Nebil'in nefesinden..

Kurşundan da ağırdı söz
Aktı damarlarımdan Asi
Doldu ciğerlerime
Taze kokusu toprağın

Bilmeli insan
Ölmek değil zor olan
Zor değil
Hoş geldin demek ölüme
Bilesiniz
İçim rahat
Yasladım başımı namluya
Uykuya dalar gibi..

Zor olan;
Kekik kokusunu dağlarımın
Koklayamadan bir daha
Duyamadan zafer türküsünü
Kavgamızın
Saplamasıdır bıçağı
Dost bildiğim ellerin

Bilmeli insan,
Gardiyandı yoldaşım
Mahpusuydum canımdan da ötenin
Ölüm alnımdaydı
Özgürlük yamacımda
Ne damlar,
Ne duvarlar
Tanıktı
Firarlarıma
Düşünmedim bir kez bile
Engel oldu onurum

Yastık yaparak ellerimi
Uzandım yatağa
Ölümü bekler gibi değil
Diktim gözlerimi tavana
Asi olup aktı gözlerimden
Her ne varsa yaşanmış

Bu benim yolculuğum
Bir yere varmaz
Gider gelir ışıklar
Bir dost eli uzanmaz

Karanlıktı gece
Sırdaş oldum yıldızlarla
Birden
Göz kırptı
En kırmızı olanı
Kimseler görmesin gibi
Kapadım gözlerimi..

Ne kadar özlemişim Asiyi
Ne kadar özlemişim meğer
Asinin kenarında hayal kurmayı
Ne kadar özlemişim her şeyi

Vuruldum
Aktı damarlarımdan Asi
Suladı çorak toprağı
Koktu Antakya gibi
Dayadım kulağımı
Duydum sesini anamın
Kusura bakmayın yoldaşlar
Artık gitme vaktidir
Hoşçakalın

M.Y. (Bitmedi..)

6 Mayıs 2009 Çarşamba

6 Mayıs ve bir Nebil anısı..


Dağlara yazılı DSİ nasıl DENİZ-MAHİR oldu..?

Habib'i Neccar dağındaki dev DSİ yazısı, her zaman dikkatimi çeken bir dağ-taş yazısıydı. Devlete de aitti. Bilinçaltım Deniz'leri asan devlete tepkiyle doluydu, bugün gibi…

Bir 6 Mayıs sabahı bu taşlar Deniz olmalı, Mahir olmalıydı.. Kararımı ilk olarak en yakın yoldaşlarımla paylaştım. Bu çabayı kolektif yapalım kararı aldık. Başka örgütten insanların da katılmasını arzuluyorduk. THKO sempatizanı arkadaşları davet ettik. Olumlu buldular. Onlar da bizimle gelecekti, dağa tırmanacak DENİZ-MAHİR yazacaktık.

Bu eyleme kimler katıldı..? Tam olarak hatırlamakta güçlük çekiyorum, aradan 32 yıl zaman geçti. Ancak ağırlığını biz Acilcilerin oluşturduğu ben, Nebil, FÇ, MY, EU, AS, İU, AD, AK ve adını hatırlamadığım birkaç yoldaşımız daha vardı. THKO sempatizanları olarak o zaman bilinen Selim Horoz ve birkaç arkadaşı da aramızdaydı.

Sayımızın onu aştığını hatırlıyorum. Uzun sürecek ve sabaha karşı bitmesi gereken bir eylemdi. Dev taşları yerinden oynatacak, DSİ yazısını DENİZ- MAHİR diye değiştirecektik. Yazının net görünmesi için de badanayla boyayacaktık.

Dağa tırmanış karanlığın iyice bastığı saatlerde yapıldı. Saat 21.00 civarı olmalıydı. Dünyanın ilk kilisesinin önünden geçen yolda toplanmış ve dikkat çekmemek için derhal tırmanışa geçmiştik. Önceden planlandığı gibi taşları yerinden oynatmaya ve yazıyı değiştirmeye koyulduk. İki yoldaşı gözcü olarak yol üzerinde bırakmıştık.

O an, hepimize nasıl bir kuvvet geldiyse, zevkle yapılan her işte olduğu gibi, süratlice taşları yerinden oynatarak yeniden düzenliyorduk. DSİ'nin taşları yetmedi, sağdan soldan dağ eteklerinden de irili ufaklı taşlar toplanarak taşınmaya başlandı.

Orada emmoğlu İU’ın titizliği, harflerin kağıt üzerinde cetvelle çizilmiş gibi oturtulması gerektiği yönündeki ısrarı, AD’in ortalığı telaşa veren, “polisler geldi..!” diyerek hepimizin zulaya yatmasına yol açan nidası, şaka olduğunu anlayınca bir kez daha işe koyuluşumuz.. Bütün bunlar bir yorgunluğun ya da endişenin değil, heyecan ve coşkuyla süren bir çalışmanın anlık yansımalarıydı..

Nebil, her zamanki gibi olayın detaylarından kendini bağımsızlaştırmış işini yapıyordu. Taş dizimi henüz bitmeden önceden hazırladığımız eritilmiş kireç taşından mamül badanayı pompalı aletle taşlara doğru püskürtmeye başlamıştık. Ancak badana sulu bir şey gibiydi ve beyaz renk görünmüyordu. Yazı belirgin olmayacak diye hayıflanmıştık.

Badanacılığı bilenler bunun bir süre kuruması gerektiğini, birkaç saat sonra bembeyaz bir tabakanın taşları kaplayacağını söylüyorlardı. Buna rağmen badanayı iki kat yapma ısrarım oldu ancak o dev yazılara yetmez kaygısıyla birinci yüzden arta kalanı taşlara püskürtmeyi kararlaştırdık.

Onu aşkın genç insan Deniz'ler için bir emek vermek istediler. İsabetli, yaratıcı bir düşünce ile ilk kilise gibi Antakya’nın ilklerine bir yenisini katıyorlardı. Üstümüz başımız toprakla, çamurla ve badana beyazıyla damgalanmıştı; bir onur belgesi gibi...

Geç saatlere kadar gözün gözü görmezdiği bir ortamda planladığımız hedefe varmıştık.. Mutluluk, huzur ve biraz da rehavetle düzenlediğimiz taşların üzerinde biraz oturduk, sonra hızla toplanıp dağdan inmeye başladık.

O gece çokta acıkmıştık. Her zamanki gibi ben ve beraberimde kalan yoldaşlarla annemin yemeklerine daldık. Örgüt evimiz Orhanlı mah. Kurtdere Çıkmazında, baba evimize çok yakın bir yerdeydi. Nebil orada yatacaktı. Sanırım MY ve diğer arkadaşlarla birlikte o eve gittiler.

Ertesi gün; emeklerimizi seyretmek için köprübaşına, stadyum civarına, belediye binası bahçesine gittik... En iyi görüntü oradan mümkündü. Eğitim Enstitüsünden de görüntü çok müthişti. Kadim Roma şehrinin dağlarında DENİZ-MAHİR yazıyordu.

Bu gün 6 Mayıs 2009.. Deniz'lerin idamları üzerinden geçen onlarca yıl sonra Nebil ve diğer yoldaşlarla birlikte Deniz'ler için yaptığımız bu ufak çaba; kişiliğimizin oluşumunda o günlerden gelen derinliği ve manayı anlatmaya yeterlidir sanırım.

Bu anımı yazarken özlemle oraları görme arzum yükseldi. Yasaklıyım, ülkeme dönemedim ama teknolojinin yardımıyla, Google Earth programıyla koordinatları yaklaşık olarak 36 12’ 36.20” K ve 36 10’43. 94” D olan dağ eteğinde sanal olarak bir kez daha gezindim (öneririm, siz de gezinin)...

O güzelim dayanışmayı ve yoldaşlarımı tek tek yad ettim. Emeklerle, özveri ve heyecanla yükselen örgütümüzün devrimci mayasının yoğunluğunu hissettim, bir kez daha bilince çıkarttım. Sorumluluklarımı, hatalarımı ve doğrularımı bir kez daha gözden geçirdim.

Yolumu aydınlatan bu anıların ışıklarıyla özgürlük ve demokrasi için yürümem gerektiğini bir kez daha bilincime kazıdım...

Geçmişimiz onurumuzdur. Geleceğimizin temel taşları bu anılardadır.

Nebil yoldaşı Deniz'lerle ilgili yapılan bu ortak çalışma anısında yad ederken de bunları düşündüm durdum.

Nebil… Nebil…

Deniz.. Mahir...

Anılarınla doludur kadim şehrin...

M. Ural