26 Ağustos 2011 Cuma

Kafayı Yemişler Kumpanyası

Bir yazılanlara, bir de yazanlara bakıyorum...

Bu yazılanları okuyup gülenleri dinliyorum..

Ortak bir algıyı işaret ediyorlar; bunlar kafayı yemişler kumpanyası olmuş..

Bunların eline hangi sayıları verirseniz verin, hangi işlemi yaparlarsa yapsınlar, bu kafa yapısıyla elde edecekleri sonuç; her zaman koca bir SIFIR olacaktır.

Bu nedenle ciddiye almama önerilerini dikkate alıyorum...

SON YAZI kitap olsun dedi dostlar..

Tamam dedim..

Zamanımın çoğunu kitaba ve yargılandığım davaya ayıracağım.

Şimdilik kendileri yazıp, kendileri oynasın.

Atış serbest !

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Aynaya Bakmak..

Önce yazıyı bir güzel okuyup sindirdikten ve anladığına kanaat getirdikten sonra aynaya bakarsan; istasyonu görürsün...

Gözlerinin içine bakıyor..

Ama ne okuduğunu anlamıyorsan, yazmaya da hakkın yok..

Çok komik oluyorsun...

Sen, algıdan yoksun bu kafayla üniversite nasıl okudun ?

Demek ki; orada da istasyondun.

Bu geri zeka senaryolarınızdan gına geldi artık. Sizlere ayrılan zamana yazık.

Bu nedenle, ortalığa sıçtığınız bilgi kirliliğine yanıt olarak son bir yazı daha yazıp muhataplığı bitireceğim.

Yazılarda kalan ne boran kuşu, ne boran yeli..

Alayı hava civaymış..

19 Ağustos 2011 Cuma

Fezleke

Yargılandığım davanın en önemli ayrıntısı Cumhuriyet Savcısı'nın hazırladığı FEZLEKE'de saklı.

Bu fezlekede; aleyhimizdeki takip ve soruşturmanın Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapılan bir İHBAR ile başladığı ifade ediliyor.






Şimdi sizlere 100 puanlık bir soru:

- Bu İHBARI kim yapmıştır ?

Seçenekler aşağıdadır:
  • a) Engin Erkiner
  • b) İbrahim Yalçın
  • c) Her ikisi
Sanırım yanıtı hemen buldunuz...

Her türlü pislik ve çamur, bunların yöntem kabul ederek mübah saydığı bir yoldur.

Bu çirkefler için kendilerinden başka hiç kimsenin önemi yoktur.

Yurt dışını mesken tuttukları için nasılsa her türlü davadan sıyırırlar, ama içerideki ispiyoncu için aynı durum söz konusu değil.

O, yargının önünde hesap verecek.

Bu kişiler için paspasdan öte bir değerinin olmadığını o zaman anlayacak.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Gün Nasılsa AĞAR'ır

Öyle bir ortam var ki; bunun üzerine bir iki anı yazmazsam uygun düşmez diye düşündüm.

Ne de olsa millet MIRO türü masallara alışkın. Yalan dolana bayılır..

Kaldı ki iddia edilen ilişkiler içerisinde yazacaklarım az bile sayılır.

Başlıyorum...

Nebil olayını araştırırken bazı birimlerle irtibat kurmam gerekti... Çünkü Nebil'in emniyet ifadelerini, gerçek yakalanma tarihlerini, savcılık sorgularını merak ediyordum.

Sorgusu kaç gün sürmüştü ? Gözaltı, tutuklanma tarihleri, fiş numarası neydi ?

Sadece Nebil değil, davadaki diğer bağlantılar da merak ettiğim hususlardandı.

Bu meraklı çabamın nedeni; yazacağım kitabın ayakları yere basmayan abartılar, dozu kaçırılan övgüler yerine belgelere dayanan gerçeklerden oluşmasını istememdi.

Kafamda cevabı verilemeyen onlarca soru vardı ?

Bu dosyaları, dosyalar olmazsa en azından asıl kayıtları mutlaka bulmam gerekiyordu.

Bu belgeler için bana kim vasıta olabilirdi ?

Öyle birisi olmalıydı ki; hem ADALET Bakanlığı'nın, hem de Emniyet Genel Müdürlüğü'nün kapılarını alabildiğine açtırsın ?

Nihayet Bağlantıyı buldum.

Bir pusulayla arşivler açıldı... Tozlu dosyalar önüme serildi...

Bayağı yararlandım. Dosyaların bazıları SEKA'ya gönderilmişti... Ancak asıl kayıtlar arşiv sicilindeydi.

İçerisinde GİZLİ kaydı bulunan bir kaç bilgi notu özellikle dikkatimi çekti...

Mührü kırılmış bir zarfta saklanıyordu. İki ismin karşısına bilgi notu için şerh düşülmüştü.

GİZLİLİK süresi dolmuş olmasına rağmen görmem istenmedi, ama bir fırsatını bulduğumda zarfı aralayıp baktım.

Osman Nuri Gündeş'in kitabında geçen istasyonu, o belgede görmüştüm...

Günlerce düşündüm...

Sonunda boş ver belgeseli, bir öyküye dök işi dedim..

Böylesinin benim açımdan daha doğru olacağı açıktı.

İşte gözaltı ve yargılama süreci bu ahvalde başladı.

Anladım ki bazı hususların deşifresi istenmiyor.

Bu nedenle o belgeleri, notları neden sakladığım soruldu.

Sanırım bazılarının polisten daha polis, savcıdan daha savcı kesilmelerinin altında yatan gerçek de bu.

Nasılsa bugünler de geçer, bütün sıkıntılar unutulur; ama o bilgiler bir yerlerde hep duracak.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

İspiyoncuyu buldum

Muhbir vatandaşların kurgulamakta olduğu senaryoya lojistik destek sağlayan ispiyoncu tespit edildi.

Hani '' Bu kez çabuk davrandık '' diye övünüyorlar ya; gerçekten de o kadar çabuk davranmışlar ki, ispiyoncu kelaynak kuşu gibi ortada kaldı.

Bu ispiyoncu hakkında hemen suç duyurusunda bulunuyorum.

Teşhir için elbette bu girişimin sonucunu bekleyeceğim. Ama bu şerefsizliği kendisine hiç yakıştıramadığımı da peşinen belirteyim..

Demek ki adamlık kökten gelen bir şey. Ehliyetle olmuyor.

Şu son günlerde yazılanlar; askeri darbelerin '' SAYIN MUHBİR VATANDAŞ '' başlıklı bildiri ve afişlerini anımsattı bana.

Hoş, şimdi öyle bildiri ve afişler yok..

Yani bu yönde herhangi bir talep bulunmuyor.

Ama anlıyorum ki; can çıkmadan huy çıkmıyor.

Zaman değişse de muhbir ve provokatörler aynı kalıyor.

Sevindiğim husus; bu davanın muhbir kişilikleri ortaya çıkarması olmuştur.

Bu nedenle hayırlı bir dava'dır..

16 Ağustos 2011 Salı

Haydi Erkan...

Haydi Erkan, boynunda vebal var.

Şu Engin'e yanıtı sen ver..

Nebil olayını nasıl başlattık, bir kez daha yaz..

Şu yalanları, çarpıtmaları yüzlerine vur.

Sana vebal atıyor, başka da bir şey söylemiyorum.

Haydi, noktayı koy.


15 Ağustos 2011 Pazartesi

Havada Kalan Çamurlar


Yargılandığım dava bir gerçeği gözler önüne serdi; bu adamların iddia ve ortaya koydukları sonuç ile dayandıkları belgelerin örtüşen hiç bir yanı yok...

Bunu anlamamak için sanırım İbrahim ya da Engin olmak gerekiyor.

Artık bir şeyi kesin olarak anladım; bu adamlar bir belgeyi okurken gözlüklerini başka yerlerine takıp kıçlarındaki çakıldağa bakıyor...

Yoksa bu kadar komik olamazlardı.

Bende faklı bir beklenti oluştu artık. İbrahim denen adam ne zaman '' belge buldum '', '' ifşa ediyorum '' diye ortaya çıksa; tamam diyorum yine bir komedi var...

Lakin bu son iddialar; olağan komedi sınırlarının da ötesine geçti... Gülmekten karnım yarıldı..

Kendilerine duacıyım, bu sıkıntılı anda bile beni güldürebildiler.

Merak ediyorum; bu adamlar söylediklerine kendileri inanıyor mu ?

Yani, birilerine kulp takmak için hayal sınırlarını bu kadar zorlamak neden ?

Her taşın altında ille de birilerini bulma çabası neden ?

Ha öküz altında buzağı aramışsın, ha her taşın altında birilerini...

Anlıyorum ki bu hevesleri ölene dek sürecek.

Eğer yaşıyor olurlarsa otuz yıl sonraki hangi olayla 1977''ye bağlantı kuracaklarını merak ediyorum.

O saçma iddiaları okuyan vicdan sahibi herkesin '' YUH artık '' dediklerini duyar gibiyim.

Her neyse...

Malum; yargılanıyorum. Bu nedenle ne kadar komik duruma düştüklerini, attıkları çamurun her zaman olduğu gibi nasıl havada kaldığını çok derinlere gitmeden kısaca anlatayım.

Bunlar daha önce SURİYE CASUSLUĞU iddiasıyla yargılandığımı ileri sürmediler mi ?

Peki var mı böyle bir suçlama ellerindeki belgede ?

Yok !

O zaman niye böyle bir yalana gerek duydular ? Acaba malum ispiyoncu bu konuda onlara yanıltıcı bilgi mi verdi ?

Gelelim parti üyeliğinden yola çıkarak DERİN ilişkilere varan büyük iddialara...

Bu adamlar zaman kavramını yitirmiş... 1977'li yıllar ile 2007 arasında bağlantı kuramaya çalışmak, tek kelimeyle çamura yatmaktır.

Parti üyeliğinin hangi şartlarda oluştuğu, sektörel oluşum içerisinde özellikle iki partiye baskı yapılıp belli arkadaşların meclise sokulması çabasını bilmedikleri için havada pişirip tavada yemeye çalışıyorlar.

Biraz da şu ticari ortaklık palavrasına değineyim...

Hatırlarsınız bunlar, sürekli olarak Mihrac ile şirket kurup ortak olduğumu, milyon dolarları cebe indirdiğimi iddia ediyorlardı.

Var mı böyle bir şey ?

Yok...

Var olan ne ?

Bir ihale için Suriye'ye gideceğim... Ama oraları hiç bilmiyorum. Yıllardır görüşmediğim Mihrac aklıma geliyor.. Uzun yıllar orada yaşadığı malum. Kısa bir mail gönderip yardımını istiyorum.

Bu gibi durumlarda konuya tersten bakmak daha anlaşılır olur.. Ben de öyle yapayım.

Meseleye İbrahim tarafından bakalım..

Kendisi uzun yıllar Paris'de yaşıyor.. Muhtemelen oraları çok iyi biliyor...

Onun bir arkadaşı olan sizin her hangi bir iş için Paris'e gitmeniz gerekti. Ama oraları hiç bilmiyorsunuz... Belki yabancı diliniz de yok.

Aklınıza İbrahim gelmez mi ?

Ona bir mesaj atıp, kendisinden rehberlik istemez misiniz ?

Şimdi İbrahim'in bu talebinize ne tepki vereceğiyle ilgili bir kaç seçenek sunayım:

a) Kendisini aradığınız için memnun olur. Sizden ön bilgileri alıp hemen bir araştırmaya koyulur.. Neticeden sizi haberdar eder.. Sizi havalimanında karşılayıp güzel FRANSIZCA'sıyla rehberliğinizi yapar. İşler bitince sizi güzel bir mekanda misafir edip yolcu eder..

b) Size telefonda tamam der. Siz ona güvenerek yola çıkarsınız.. Ama Paris'e vardığınızda İbrahim telefonlarınıza çıkmaz. Arazi olur yani.. Siz FRANSA'da tam bir FRANSIZ olarak kalırsınız.

c) Bu isteğinizi peşinen reddeder, yardımcı olamam der.

Doğru seçenek ne olmalı ? Siz yanıtlayın..

İşte ben Mihrac'dan ilk seçeneği cevap olarak almıştım.

Mevzu budur.

Gelelim komedi sınırlarını bile aşan ÇEK, SENET, PAVYON itirafı hususuna...

Salyaları akarak ne diyorlardı ? ÇEK, SENET, PAVYON meselesini itiraf etmişim..

Allahtan ifademi de yazmışlar.

Var mı orada benim böyle bir itirafım ?

Yok.

İşin aslı ne peki ?

Antakya'da Nebil'in temsili mezarını açtığımızda Mustafa Burgaz ile görüşmüştük.. Daha sonra beni defalarca Almanya'dan telefonla aradı Benden sürekli olarak Hikmet Subaşı ile görüşmemi, önemli şeyler anlatacağını söyledi..

Kendisinden Hikmet Subaşı'nın telefonunu aldım. Bir Antakya ziyaretimde Hikmet'i aradım.

Buluştuk..

Bana söyledikleri ve teknik takibe takıldığı için emniyette de sorulan konuşma şuydu:

'' Sakın MG, ÖÖ, ÖG ile iş yapma.. Onlar şöyledir, böyledir...''

Benim cevabım basitti; '' bu kişilerle zaten bir iş ilişkim yok, onları yeni tanıyorum...''

Özetlersek; benim böyle bir ifadem, ya da itirafım var mı ?

Yok..

Bu iddialar kime ait ?

Hikmet Subaşı'na...

Hikmet Subaşı'nı bunları söylemeye teşvik eden kim ?

Mustafa Burgaz..

O kim ?

Küfürün başı...

Anlayacağınız, senaryoyu yazan kendileri ama ilk inanan da yine kendileri oluyor...

Ne diyeyim; ALLAH AKIL versin..

Diğer bir çamur da '' her şeyin devlete bilgi verilerek '' yapılması...

Nasıl da yüzleri kızarmadan çarpıtıyorlar ifadeyi..

Yasal bir dernek, illegal yöntemlerle faaliyet göstermez.

Yasal bir dernek, yasa dışı örgüt değildir...

Anladığım kadarıyla yazılarım bunları gerçekten çılgına çevirmiş.

Sap ile samanı ayıramayacak derecede kafayı yemişler.

Belki de bu nedenle bütün çamurları havada kalıyor..

Allah akılla birlikte ŞİFA da versin..

12 Ağustos 2011 Cuma

İspiyon

Yargılandığım davanın ana konusu NEBİL...

Sanıkları da malum; gerçeğe ulaşmaktan başka amacı olmayanlar...

Bu davada hangi şekilde yer aldığını henüz bilmediğim bir de ispiyoncu var.

Hangi nedenle olursa olsun başkasının değirmenine su taşımak için şerefini hiçe sayan bir ispiyoncunun namus dahil herşeyi satılıktır.

Bu davadaki konumu ne olursa olsun; elindeki don ve boynundaki çıngıraktan tanıyacağım onu..

Tıpkı Nazım ustanın dediği gibi...



10 Ağustos 2011 Çarşamba

Provokatör

Yargılandığım davanın provokatörü ( kışkırtıcı ajanı) belli oldu...

Kimbilir belki gizli tanığı da olur.

Maksat ve misyon anlaşılmıştır..

Görüyorum ki provokatörde zaman diye bir kavram yok.

2007 ile 1977'li yılları bayağı karıştırıyor.

Ayrıca sapla samanı birbirine katmakta da usta.

Ya da maksat ve misyona yönelik kasıtlı bir davranış...

Elinde emniyet ifadem varmış.. Bayağı mutlu...

Önüne arkasına abuk subuk yorumlar katarak adeta masturbasyon yapıyor...

Tam bir provokatör havası.

Anlıyorum ki; yazılarım kendisinde bayağı derin travma yaratmış

Madem eline almışsın, tamamına erdir. Olduğu gibi yorum katmadan yayınla.

Okuyan ne olduğunu görsün.

Lakin söylemem gerekiyor; merakımı gidermek için davanın görüldüğü mahkemeye suç duyurusunda bulunup; dava dosyasındaki belgenin kim yada kimler tarafından provokatöre gönderildiğinin bulunmasını talep edip sonucunu merakla bekleyeceğim.

Tabi bu haltı yiyen de... Bilgisayar kayıtlarını silse de faydası yok, bulunacak.

Bu vesileyle özellikle Nebil'in yeğenlerine sesleniyorum; dayınızı katleden kafa işte buydu..

Bunu bilesiniz.

Yargılama sonunda görüşmek üzere...