18 Mart 2012 Pazar

Ortaya Karışık

Bir insan yalan ve iftiraları ardı ardına sıralayıp buna da en başta kendisi inanıyorsa; durum vahimdir. Çünkü bu hastalığın tedavisi yoktur.

Ortamı iftiralarla kirleten yazılara en başından beri tepki gösteriyorum. Kişilik olarak haksızlık karşısında sessiz kalamıyorum. Bu nedenle aile hayatımı onlarca kez sıkıntıya soktum, Ama hiç pes etmedim. Etmem de..

Adam palavrayı atıyor; ipliğimi pazara çıkarmışlar.. Yahu sen ne iplikten ne de pazardan anlarsın, senin uzman olduğun konular belli.

O halde hangi ipliği pazara çıkardın ?

Emniyette soruyorlar: '' Her hangi bir siyasi parti, dernek vs üye misin ? ''

El cevap; '' Evet, üyeyim...''

Çünkü siyasi parti üyesi olduğumu il yöneticisi olmam nedeniyle zaten biliyorlar. Her partinin yönetici kadrosu SEÇİM KURULU ve EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ tarafından bilinir. Çünkü kongreler SEÇİM KURULU'nun kontrolünde yapılır.

Siyasi partiler; gizli örgüt değildir.

Ama MİT, yasal bir kurum olmakla birlikte GİZLİ bir örgüttür. İşte bunu itiraf etmek cesaret ister ki; sen bunu başarmış birisin.

Helal olsun..

Takdire şayandır.

Dile dolanan diğer kişi Hasan Balcı'dır.

Hani önceleri yere göğe sığdırılamayan şimdinin elma şekeri..

Geçmişteki çatışmalarımızı yeniden yorumlayıp bugünü sorgulamaya çalışıyor aklınca..

İnsanlık evrimi tekdüze çalışan mekanik bir hareket değildir. Yaşanan her acı, her sıkıntı, her endişe, her kavga insana bir şeyler öğretir.

Önemli olan yaşananlardan gereken dersi almaktır.

Evet, yaratılan bilgi kirliliği ortamında karşılıklı olarak  Hasan'la  birbirimizi oldukça hırpaladık.

Eğer insan gerçekleri öğrenmek maksadıyla okuyorsa, araştırıyorsa nihayetinde doğru sonuca ulaşır. Önemli olan bu seviyeye ulaşabilmekten ziyade bu aşamaya gelindiğinde ne yapılacağıdır.

İşte Hasan da bu doğrulara ulaştığında, dürüst bir insanın ne yapması gerekiyorsa onu yapmıştır.

Yani; estirilen yalan rüzgarına kapılmamıştır.

Benim açımdan önemli olan budur. Öncesine hiç bakmam.

Yeri gelmişken bu durumu eleştiren gizli örgüt görevlisine bir hatırlatma yaparak sormak isterim: Tacettin Sarı hakkında onlarca iftira yayınlayıp adamı milyarder bir MUHABERAT GENERALİ olmakla itham etmedin mi ?

Tacettin Sarı hakkında yaydığın iftiraları yeren ve gerçek Tacettin'i anlatan yazıma küfür ve hakaret içeren cevaplar yazıp aklınca beni tiye almadın mı?

Aldın !

Peki sonra ne oldu da, yahut  hangi kaynaktan bilgi sahibi oldun da Tacettin Sarı hakkında yazdığın her şeyin yalan olduğunu itiraf ederek tiye aldığın yazımdaki bilgileri doğrulayıp kendisinden özür diledin ?

Özür dilemeyi bilmek; güzeldir..

Ama aynı yanlışı sürdürmek çirkindir...

Bir başka konu; dostluk, arkadaşlık ve yoldaşlık ilişkileridir.

Hayatımın belli bir döneminde fikir ve kavga yoldaşlığı yaptığım, bu uğurda sırlar paylaşıp, hayatımız pahasına birbirimizi kolladığımız kişiler; bugün benim dostlarımdır.

Dostluk ayrı yoldaşlık ayrıdır. Bu nedenle bugün her konuda aynı düşünmemek dostluğa zeval vermez.

Dost kalmak için her konuda hemfikir olmak gerekmez.

Arkadaşlık da öyle.

İlişki derecesi dostluk ve yoldaşlık kadar kuvvetli olmasa da; kişiler birbirlerinden eminse yürür.

Doğrudur; her konuda aynı fikirde olmayabiliriz.

Ama tartışmayı biliyor, fikrini empoze etmeye çalışmıyor ve onu kullanmıyorsan arkadaşlık yürür.

Hayat paylaşmak içindir, kullanmak ya da kullanılmak için değil.

Düsturum budur.

3 Mart 2012 Cumartesi

Ballı Adam

İnsan; olayların heyecan ve hızına kapılıyken tanık olduğu çoğu olguyu önemsiz görüp bir kenara koyabiliyor.

Kıl payı savuşturulan çoğu tehlikeyi de, toyluğun neden olduğu saflıkla şansa bağlayabiliyor.

Geçmişte ben de böyle yapmış; deyim yerindeyse ‘’yırttık’’ denebilecek çoğu olayı ‘’şansa’’ bağlamıştım.

Bugün sahip olduğum bilgilerle görüyorum ki; hata yapmışım.. Uzun soluklu koşuda tanık olduğum yahut bizzat tarafı olduğum çoğu olaydan; şans eseri yırtmamışız.

Yaşananlar, anlatılanlar, yazılanlar ve var olan belgeler farklı bir potada harmanlanıp masaya yatırıldığında; tabloyu daha net görebiliyorsun.

Alıntılar yaparak ele alayım.

Malumunuz; 1977 Ağustos operasyonu büyük önem taşıyor. Çünkü anlık istihbarata dayanan bir evveliyatı var.

Ne diyor ballı adam ?


 Evet, ballı adam; Nebil, Ali, Engin ve dinamit dolu bir valizle İstanbul’a gider. Cihangir Ayyıldız apartmanındaki evde 15 gün kalıp banka soygunu için keşif çalışmalarına katılır ve bu faaliyetleri sırasında adım adım resmedilir.

Dahası; Antakya’ya dönüş için otogara gittiğinde koluna giren iki sivil polis tarafından boş valizi açtırılıp ‘’ ne getirdin, ne götürüyorsun ?’’ diye sorgulanır.. Valizi açtığında kesif bir nitrogliserin kokusu etrafa yayılır.

Ama şifai anlatımına göre ‘’enselendim’’ diye düşünürken polisler oralı olmaz. Otobüse binip Antakya’ya döner.



Ağustos 1977 operasyonunda polis; anlık takipte resimlenenler kadar Engin’in çözülmesiyle deşifre ettiği isimleri de yakalama listesine ekler. Firarda olanları yakalamak için operasyonlar düzenler.

Ama takibe takılıp resimlenmiş ballı adamı hiç kimse sormaz..

Hiçbir ifadede ismi geçmez, aranmaz…

Ballı adam; 1978 yılında yakalanan Nebil’i firar girişimi öncesinde Sagmalcılar cezaevinde ziyaret eder. Bu ziyaret sırasında Nebil’den firar edecekleri bilgisi de dahil bütün eylemlerini öğrenir..

Çünkü Nebil'in bir anda çenesi düşmüş, kader birliği yaptığı yoldaşlarından esirgediği tüm sırlarını (?) ballı adama anlatma ihtiyacı duymuştur.

Bu ziyaretten sonra ballı adam, artık çok şeyi bilen adamdır. Bu ayrıntı da en az operasyon kadar önemli başka bir olaydır.

Neticede Nebil'in firar girişimi başarısız olur.

Zaman su gibi akar, hakkımızda verilmiş bir ifade üzerine gözaltına alınıp sorgulanır, akabinde tutuklanırız...

Ballı adam bir yazısında; ‘’ en son ben yakalandım benden sonra gelen olmadı ‘’ türünden bir söz etmişti.

Yani ‘’benden öncekiler öttü, ben direndim’’ yakıştırmasını kafalara yerleştirmek istemişti.

Evvela gözaltı belgesi ile bu ifadenin doğru olmadığını göstermek isterim


Gözaltı belgesine göre ilk yakalanan kişilerden biri ballı adam.

Buradan devam edeyim…

Ballı adam Ankara’da yakalanmıştı. Bizler Antakya Emniyetinin hücresinde sorgulanıyorduk.

Ballı adam Ankara’dan getirildiği gün sorgu için siyasi şube müdürünün odasındayken telefon çalmış, telefonu açan müdür ‘’merak etmeyin komutanım, emredersiniz’’ benzeri sözler etmişti.

Bu telefondan sonra ballı adamın hemen yazılı ifadesi düzenlenmiş, tek fiske vurulmamıştı.

Darbenin en acımasız mahkemelerinden olan ADANA 1 NO.LU SIKIYÖNETİM MAHKEMESİ’nde görülen davamız BERAAT ile neticelendi..


 Bu beraat kararı nasıl alınmıştı ? Merak ediyordum.

Hakkımızda en azından örgüt üyeliği nedeniyle 5 yıl ceza verilmesi gündemdeydi..  Nasıl bir ŞANSTI bizleri kurtaran ?

Şansın ne olduğunu bir Ankara ziyaretimde ballı adamdan öğrenmiştim..

Mahkemenin başkanı ballı adamın avukatı olan dayısının arkadaşıymış.. Bu başkanın Danıştay’da sürüncemede olan bir dosyası varmış.

İşte ballı adamın dayısı, Danıştay'da bekleyen bu dosyanın halli karşılığında müvekkili olan yeğeninin BERAATİ için pazarlık yapmış. Dava görülürken Danıştay’da sürüncemede olan dosyayı, mahkeme başkanının lehine olarak neticelendirmiş ve kararı alıp başkanın masasına bırakırken; ‘’ŞİMDİ SIRA SENDE’’.. demiş..

Ballı adam sayesinde bizleri de beraat ettirmeye mecbur kalmışlar.

O günkü ruh haliyle bu şansı sorgulamamış, ne kadar da kısmetliyiz diye sevinmiştim.

O gün için önemli olan; en az zararla bu davadan yırtmaktı.

Beraat kararı Savcılık tarafından temyiz edilmediğinden kesinleşti. Kararın kesinleşmesinden sonra tutukluluk öncesinde çalışmakta olduğum son kuruma yazılı başvuru yaparak görevime dönmek istemiştim. Bu talebim ‘’delil yetersizliği'' nedeniyle beraat ettiğimiz gerekçesiyle reddedilmişti. Göreve dönebilmek için ‘’suçsuzluğu anlaşıldığından‘’ beraat etmek gerekiyormuş.

Ama ballı adam bu sorunu da şans eseri aşmıştı.

Ankara Belediyesinde açılan sınava bir referans tavsiyesiyle katılmıştı. Yazılı sınavda soruları yanıtlamak yerine ''nasılsa beni almazlar'' diye düşünüp SOSYALİZMİ yazmıştı..

Bu tavrı nedeniyle yazılıyı geçemeyeceğini düşünüyordu.

Geçememesi de normal sonuç olurdu..

Öyle ya; soruların hiç birine yanıt vermemiş; cevap kağıdına sadece SOSYALİZMİ yazmıştı.

Ama endişe ettiği gibi olmadı.

Sonuçlar açıklandığında gözlerine inanamadı. Sınavı KAZANMIŞTI. Kendisini mülakata çağırıyorlardı.

Mülakata da iş olsun diye katıldı. Nasılsa eleyecekler diye düşünüyordu.

Mülakat odasında '' ananın adı, babanın işi gibi '' saçma sapan sorulara muhatap olunca ‘’ BENİMLE DALGA MI GEÇİYORSUNUZ ‘’ diyerek sınav kurulunu azarlamış, kapıyı çarparak sınav salonundan çıkmıştı.

Buradan bir sonuç çıkmaz diyordu. Ama sonuç yine yanıltıcı olmuştu.

Referansı o kadar kuvvetliydi ki; heyetini azarlayıp kapısını çarparak çıktığı mülakatı da geçmişti.

Ballı adamdı vesselam.

Yıllar sonra, Nebil için yapılacak anıt mezar girişiminde buluştuk.

Mezarı yaptık, içini doldurmaya çalıştık, sayfalar dolusu anılar kaleme aldık..

İşin doğrusu en göze batan yazı ve iddialar ballı adamın kaleminden çıkmıştı.

Başlattığımız bu girişimin akabinde gözaltına alınıp sorgulandık. Bu çalışmaları kapsayan iddialarla tutuksuz  yargılanıyoruz.

Nedense ballı adam yine ortalarda yok.

Yakılan ateş ortalık yerde duruyor ama ballı adamı ne soran var ne de sorgulayan.

Bu kez kimin referansı var bilemiyorum.

Her kim olursa olsun; dediğim gibi BALLI ADAM vesselam..