23 Şubat 2012 Perşembe

Zamana Yolculuk...

21 Şubat duruşma günümüzdü. Duruşma başladı.

Mahkeme başkanı ile heyetten bir hakim değişmiş..

HSYK bayağı hızlı nedense..

Mutat dosya işleri yapıldı; ifadesi alınamayan kişiler hakkında yakalama kararı çıkarıldı.

Mahkeme çıkışı Hasan Balcı ile başbaşa sohbet etme, bilgi paylaşma fırsatımız oldu. MİT belgesini de hafiften ele aldık.

Daha sonra Av Hatice Can ile birlikte Antakya'ya gittim. Maksadım; bazı işleri bitirdikten sonra Antakya'nın tarihi sokaklarında zamana yolculuk yapmaktı.

Ama bu yolculukta sadece anılar ve ben bulunacaktık..

Evvela Nebil Rahuma'nın sokağına gittim. Biliyorum; ne sokak aynı ne de eski evler... Lakin benim gözümde değişen hiç bir şey yoktu.


Nebil'in eski evlerinin yerinde bir apartman vardı.


Ama ben hayallerimde yıktım o apartmanı, tahta kapısından girince sağ koldaki taş merdivenden çıktım üst kattaki odasına Nebil'in..

Yine yüzünü sakladı annesi, hafiften sırtını dönerek.

Utangaç tebessümüyle karşıladı Nebil...

Sanki oradan hiç ayrılmamıştı...

Kışlaya sırtımı verip aşağıya doğru ufak ufak adımladım. Nebil'in lise döneminde okul sonrası çalıştığı kahvenin yanından geçerken durup içeriye doğru baktım.


Kimseler yoktu.

Zaten kahve de kapanmıştı.

Yol ayrımında ÇARŞI karakolu çekti beni... Bir kaç kez gözetimde tutulmuştuk bu karakolda. Mihraç ve Nebil'in daha sonra dinamit attığı karakol, şimdi başka bir işlev yüklenmiş.


Daha sonra TÖB-DER binasına gittim.

Allanıp pullanmış, bir butik otel haline gelmişti.


Eski bakımsız hali daha çekiciydi sanki. Günde kaç kere çıkıp, kaç kere inmiştik o merdivenlerden ?

Hatırlamadım...

Daha sonra Hanna Maptunoğlu'nun sokağına geçtim.


TÖB-DER'in yanıbaşıydı zaten.

Yolun sonundaki kapılarına vardım. O kapı, o pencere değişmemişti hiç.


Beyefendi silueti yansımıştı duvarlara sanki.

Bütün duvarlar sevimliydi.

Ara bir sokaktan Kurtuluş Caddesine çıktım. Affan kahvesi karşımdaydı.

Kahvenin yanındaki sokaklar kaçış güzergahımızdı bir zamanlar.


İyi biliyorduk bu sokakları.

Buraları bilmeyen ya bir çıkmaza sapar, ya da birbirinin aynı olan daracık sokaklarda kendini yitirirdi.

Bu sokaklar; bir labirentti çünkü.

Affan kahvesinde biraz soluklanıp. haytalısından yedim.

Buradan Habib-i Neccar camisine çevirdim yönümü. Kavşağa geldiğimde Uzun Çarşı yönüne yürüdüm.

Caminin hemen altında 12 Eylül'de hücresinde tutulup işkencelere maruz kaldığımız Emniyet Müdürlüğü binası bulunur.


Önünden geçerken; işkence çığlıkları gelir gibi oldu binadan.

Kimler yatırılmıştı falakaya, kimlere veriliyordu elektrik ?

Hangi bacıların mahrem yerlerine saldırılıyordu ? Kimlerin meme uçları sıkılıyordu penseyle ?

Öğrenemedim.

Bu yürüyüşümü Uzun Çarşının kuyumcular arastasında bitirmeyi planlamıştım.

Öyle de yaptım.

Kuyumcular arastasında Hanna Maptunoğlu'nun Nebil ve bana birer alyans verdiği dükkan; zamana ve anılara yolculuğun son noktasıydı.


Evet; anılara ve zamana yolculuk, hayat var oldukça sürecek.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Ali Çakmaklı'nın vebali... 4

KISSADAN HİSSE: Her canlının en değerli varlığı; YAŞAMA hakkıdır. Şu veya bu şekilde bir yaşama son verdiyseniz ya da bir yaşamın sona ermesinde gerekçe olduysanız; bugün yaptığınız özürlerin; yitirilen yaşamı geri getiremeyeceğiniz için, hiç bir anlamı yoktur.