26 Ekim 2010 Salı

Notlar..3

Eğer böyle demekle senin için geçmiş oluyorsa, yüreğin soğuyorsa, tamamdır.. Geçmiş olsun..

Lakin unutma ki, çiçeği burnunda eylemcinin senden sonra Cihangir'deki eve gelmiş olması, diyaloğun senden sonra başladığının kanıtı değildir. Bununla ilgili notlar zaten mevcut.

Görüyorum ki sen; kısa yoldan yüreğini soğutmakla ilgilisin. Sorun daha net anlaşıldı. Öyle olsun.

Tekrar edeyim; benim için bugün ne yazıldığı değil, geçmişte ne söylendiği önemli. Bugün yazılanlar geçmişle örtüşmüyorsa kafamı yormam.

Eğer anlatılanlar; ilgilisinin hayat akışına uygun düşmüyorsa, benim için masaldan öte anlamı yoktur.

Ama dedim ya; senin kinle dolu yüreğin soğumuş... Senin adına sevindim sevgili yoldaşım.

Lakin benim yüreğim nedense hiç soğumuyor.. Kafama takılan sorular da yanıtlarını bulamıyor.. Madem ki sen de bu kadar keşif resimlerine takılmışsın, meşhur operasyonda neden senin kim olduğunu hiç sormamışlar ?

Madem ki sizleri Mihrac uğurlamış; neden seni garajda çevirip '' ne getirdin, ne götürüyorsun'' diye sorgulayarak işin sırrını, yani takip edilmekte olduğunuzu deşifre ediyorlar ?

Mihrac; valizde ne olduğunu söylememiş mi ?

Hayretlerdeyim demiştim. Artık değilim. Çünkü bazı soruların yanıtını buldum. Bu son notumdur.

Yolun açık olsun.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Notlar..2

Ben de hayretler içindeyim.. Zira öğrendiğim çoğu şeyin tazeliği kaybolmadı henüz.
  • Mihrac'ın telefonu üzerine bir görüşme yaptık. Bu görüşmede benim sorduğum soru farklıydı: ''Nebil, randevu verenin ismini sana söyledi mi ?'' Sorum buydu... Erkan bu bilgileri yıllar önce değil, bu görüşmedeki sorum üzerine söylemişti. Yıllar önce bu soruyu sormamı gerektirecek bir anlatım olmamıştı.
  • Dinamitin İstanbul'a mı, Ankara'ya mı gittiği sadece bir ayrıntı lakin ben bugün ne yazıldığına değil, geçmişte bana ne anlatıldığına bakıyorum. Yani; bugün ne yazıldığının o kadar önemi yok benim için.
  • Burada önemli olan nokta; böyle bir taşıma işinden sonra otogarda polis tarafından çevrilip anlatılan türde bir sorgulamanın yapılmış olması. Bugün; bu olayın İstanbul'da 1977 AĞUSTOS ayında yaşandığının söylenmesi daha da anlamlı benim için. Zira İstanbul özelinde kapsamlı bir izlemenin var olduğu ama buradakilerin (Mete'nin uyarısına rağmen) ayakta uyuduğu kanıtlanıyor. Başka yerlere sıvanmak istenen töhmetin; sadece bir çamur olduğu daha da net artık.
  • Bu bilgi; İstanbul takibinin çiçeği burnunda katılımcı İbrahim Yalçın'la birlikte başladığının da ispatı. Onun eylem kadrosuna alınmasından öncesine ait dönemin böylesine kapsamlı, fotoğraflanmış bir takibatı var mı ?

Anlatılanla süregelen yaşam arasında fark varsa, ben yaşanılana bakmayı tercih ediyorum.

Durum budur.

21 Ekim 2010 Perşembe

Notlar...

Anıların Gör Dediği başlıklı yazım üzerine bazı açıklamalarla karşılaştım. Bu nedenle pandoranın kutusunun biraz daha açılması gerekiyor.

Erkan, geçmişte Nebil'e yaptığı cezaevi ziyaretini anlatırken;

  • Kapı önünde Tacettin'in yanında Belma Gürdil'in de bulunduğunu,
  • Tacettin'in bir kaç kez görüş kabinine girdiğini,
  • Görüş kabinine sürekli girip çıkanlar olduğunu,
  • Kendisinin bu görüşmelerden arta kalan sürede iki kez kabine girerek 10-15 dakika kadar Nebil'le konuştuğunu

anlatmıştı. Ayrıca Nebil'in nasıl yakalandığına ilişkin randevu olayını anlatırken herhangi bir isim de vermemişti. Böyle bir anlatımdan geçmişte de, Nebil'in anıtını açarken de hiç söz etmemişti.

Erkan, 1977 yılında Nebil, Ali ve Engin'le birlikte İstanbul'a gidip döndükten sonra Nebil'in ağzından şu bilgiyi vermişti:

-'' Örgüt içinde Engin'e karşı büyük bir öfke var. Engin, kendisinin teorisyen olduğunu söyleyerek eylemlere katılmıyor. Eyleme katılan kadro ise, askeri ve teorik önderliğin bir olduğunu ileri sürerek Engin'in de silahlı eylemlere katılmasını istiyor.''

Anlatanın hatırasına saygı, unutmamayı gerektirir.

Ankara'ya dinamit götürme ve dönüşe ilişkin olay da Erkan tarafından anlatılmıştı bana. Erkan; bir çanta ile Ankara'ya gittiğini, çantayı Ömür apartmanına bırakıp sonra aldığını, boş çanta ile OTOGARA gelip otobüse bineceği sırada iki sivil polisin yanına gelerek çantada ne olduğunu sorduklarını, kendisinin çantanın boş olduğunu söylediğini, bunun üzerine polislerin çantayı açtıklarını, çanta açıldığı zaman içinden ağır bir dinamit kokusunun yayıldığını, bu nedenle yakalanma endişesine kapıldığını ama polislerin bu kokuya rağmen çantayı tekrar kapatıp kendisine dönerek;

-'' Ne getirdin, ne götürüyorsun ? '' diye sorduklarını söylemişti.

Ama şimdi dinamit götürmedim diyor. Doğru olabilir. Ben Erkan'ın yalancısıyım.

Bir de ZİNDANARKASI mezarlığı meselesi var. Zindanarkası mezarlığının kayıt defterini bir süre önce bu sitede yayınlamıştım. Bir günüm bu mezarlık idaresinde geçti. Nebil'in ölüm ve otopsi tarihleri belli. Ölüm tarihinden başlayarak bütün defteri memurlarla birlikte satır satır inceledim.

Bu defterde; kimsesizler mezarlığında gömülen faili meçhul cesetlerin nerede bulunduğuna, ölümün nasıl olduğuna ilişkin kayıtlar da düşülmüş... Lakin Nebil'e ilişkin ne faili meçhul ne de ismen bir kayda rastlamadık. Defterden sayfa koparılmış olabileceğini düşündüm ama numaralandırılmış sayfalarda eksik yoktu.

Evrak memuru, İstanbul'un tamamına ilişkin kayıtların Zincirlikuyu mezarlıklar müdürlüğü bilgisayarlarına aktarıldığını söyleyerek beni oraya yönlendirdi. Verilen isme gittim.. Bilgisayar kayıtlarında İstanbul'un tamamını taradık. Bir iz yoktu.

Bu konuda paylaşılacak bir şey kalmadı. Herkesin aklı ve belgesi kendine kalsın.